ANTALYA & KORKUTELİ YAYLASI, KÖYLERİ
Haber & Fotoğraflar Şahika Öner
2019 Ocak pazar günü, Likya Dağları ve yolları kurucusu dağcı Hocamız Ömer Faruk Gülşen’le Korkuteli’ne doğru yola cıkıyoruz . Antalya’yla arası 40km olan bu köylerde, 15 kişi, yaşam ve doğa fotoğrafları için bir aradayız.
İlk durak Beğiş – kürek- Susuzu Köyü oluyor. 900 yıllık toprak ve taş evlerin bulunduğu köy, sakinliğiyle bizi karşılıyor. Bir zamanlar 11 mahallesinden, sadece bir mahallesi kalmış. Sabahın erken saatlerinde hava soğukluğu bizi etkilese de, yarı yıkık, bazıları restore edilmiş evlerin arasında dolaşmaya başlıyoruz. Sokaktaki köpekler bize eşlik ediyorlar. Ahırda bulunan hayvanlar bize ses verirken, dışarıdaki ağıldaki keçiler pür dikkat bizi takip etmekteler. İki tanesi boynuzlarını birbirine geçirmiş, inatlaşıyorlar. Boncuk gibi meraklı gözleri, renkli tüyleri arada çıkan güneşin ışıklarıyla parlıyor.
Bazı evlerin önünde yaşlılarla sohbet ediyoruz. Dert aynı, gençler şehre göç etmiş, onlarsa yaşam alanlarından vaz geçmemekte direniyorlar. Köye zamanında pansiyonculuğu geliştirmek üzere su getirilmiş. Bir müddet turistleri ağırlasa da, şimdi o evler boş haliyle duruyor. Ağıldan çıkan sürünün çobanı bize uzun hava söylüyor. Hayvanlarının arkasından dağlara doğru kayboluyor. Yıkılacakmış gibi duran bir evin balkonundan yaşlı bir dede bize el sallıyor.
İkinci durağımız İmecik Suzusu Köyü oluyor. Köy’e yaklaşırken Antalya’nın batısında bulunan Kur An Dağının görkemi beni adeta büyülüyor. Bulutlar arasından karlarla süslü dağın eteğinde ve ovasındaki köy bizi karşılıyor. Ömer Hoca, Kur An Dağının arkasında Saklıkent ve Alakır Vadisi olduğunu söylüyor. Köyün yol kenarında yüzyıllık taş duvarlardan oluşan arı kovanları bulunuyor. Köy halkı fotoğrafçılara alışık, daha önce burada dizide çekilmiş. Yolda oynayan çocuklar, damlarda insanlar, süt taşıyan kadınlarla tam bir köy hayatını yansıtıyor. Süt taşıyan kadın ahırındaki 14 aylık buzağıyı bize göstermek için, içeriden karga tulumba taşıyor. Hayvan şaşkın, sahibinin iteklemesiyle geldiği yere kaçıyor. Çoğu köylü dam üzerinde, odun diziyor veya çatının bazı uçları uçmuş kalın naylon örtüsünü iri taşlarla tekrar yerine sabitliyor.
Ömer Hocanın tanıdığı köylüler çay demliyor, bizde öğlen molasını vermiş oluyoruz. Evin köpeği, yavrusundan bıkmış, minik süt peşinde, anne arada memeyi kaptırsa da genellikle uzaklaşmaktan yana oluyor. Anne köpeğin doğuştan ayağı sakat diyorlar. Baktıklarını söyleseler de kemikleri sayılıyor. Elimizden geldiğince hayvanı doyurmaya çalışıyoruz.
Son köyümüz olan İmecik’e ulaştık, hava iyice soğudu, hafiften yağmur atıştırıyor. Puslu hava köye mistik bir hava ile adeta sarmalamış. Tepelere doğru karların yerleştiği Yüksek Beydağları adeta manzaranın en güzel yerini kapmış.
Bastonuyla yürüyen yaşlılar, kenar köşede gençler, köy sonunda çocuklarıyla balçık içinde çalışan kadınlar var. Bazı ev önlerinde hareket var, kapı önlerinde renkli çamurlu lastik ayakkabılar, her yerde tünemiş horozlarsa adeta köyün sahipleri gibiler. Köy sonunda Gölet ve azgın köpekleriyle beni karşılıyor. Köyün genç delikanlısı köpeğe sahip olurken, bende onları pozluyorum. Çocuklar poz verirken, evin kadını ağır yükleri taşımakla meşgul. Çok şeyden mahrum, modern hayattan uzak olmalarına rağmen, sevimli ve içten gülüşleri var. Gezi bitmek üzere, Ali Kaptan çayı demlemiş. Sohbet içerisinde çayları yudumlarken, köy çocuklarının yerdeki topacı ince bir dalla çevirişini izliyoruz. Ömer Hoca bu oyunun adının ‘’ Çello ‘’ olduğunu söylüyor. Köyüm insanı belki buralarda mutlu değil, biz şehir insanları ise onların yaşamlarına gıptayla bakıyoruz. Bazı zamanlarda onlarla yer değiştirebilsek diye düşünüyorum.
Heybetli dağların bulutlarla sarmalanmış, kar manzarası eşliğinde, hava karanlığa doğru ilerlemeden, Antalya’ya dönüyoruz.
*****