Trabenna Antik Kenti
Haber ve Fotograflar : Şahika Öner
Bu Cuma TC Doğa Yürüyüş Grubu ile 20 kişi dağlara doğru gidiyoruz. Temiz hava alacağız, yürüyüş ve denizden 700 metre yükseklikte olan Trabenna Antik Şehrini göreceğiz.
Antalya’nın 32 kilometre batısında, Sivridağ‘ın kuzey eteğindeki Çağlarca’da yer alan Trebenna Antik Kenti, kent merkezine çok yakın olmasına karşın yıllardır sadece meraklılarını ağırlamaktadır.
Batı Antalya ovasında yer alan kıyı kentlerin son müdafaa yeri şeklinde düşünülen Trebenna’nın Luwi dilindeki orijinal adının TREBEWANA Trebe ile ilgili, “Trebe ülkesi” olduğu anlaşılmaktadır. Lykia eyaletinin kuzeydoğu’daki sınır kenti olarak gözükür. Likya, Pamphylia ve Pisidia kaşağında bir sınır kenti olan Antik kent, Roma dönemine ait mezarlıklar, toplantı salonu, hamam ile Bizans dönemi’nden kalan şapel, kilise ve her döneme tanıklık eden akropolüyle biliniyor. Helenistik Dönem‘de başlayan, ömrünü Bizans dönemi sonunda tamamlayan bir yazıtta ‘Trebennalıların ünlü/ şanlı kenti’ diye tanımlanmaktadır. Ormancılık ve tarımla geçindiği bilinen Trebenna, üzüm ve zeytinyağı üretiminde Likya’nın önemli kentlerinden biridir. 13 yaşında Roma tahtına geçen, 242 yılında Asya seyahatine çıkan İmparator III. Gordianus ( İ.S 238–244 ) pek çok Lykia kenti gibi Trebenna’ya da sikke basma özgürlüğü vermiştir. Trebenna Roma çağında resmen Lykia eyaletinin politik sınırları içerisinde kalmakla beraber, Bizans Dönemi’nde kesin olarak bir Pamphylia kenti olarak karşımıza çıkmaktadır.
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Nevzat Çevik, 2001 ve 2003 yıllarında yaptıkları çalışmalarla Trebenna’yı ilk kez ortaya çıkarıp bilim dünyasına sunmuştur. 10 yıldır sürdürdüğü Beydağları Yüzey Araştırmaları kapsamında 2002 yılında Trebenna Antik Kenti’nde, ilk ve tek yüzey araştırmaları yapmıştır. Çalışmalarını ‘Trebenna: Tarihi, Arkeolojisi ve Doğası’ başlıklı Türkçe- İngilizce kitapta toplayarak, bilim dünyasına sunmuştur. Beydağları Araştırma Projesi kurucu Başkanı Prof. Dr. Çevik, çalışmalar boyunca kentin detaylı haritasını ve tüm yapıların rölevelerini çıkarıp hava ve yersel fotoğraflarla arşivlemiştir. Büyük kentlerde bile bulunmayan 2-3 katlı anıt mezarlar ve hiçbir yerde rastlanmayan yuvarlak kaya ostothekleri gibi özel bulgularıyla da çeşitli bilimsel keşiflere katkılar sağlamıştır.
Yürüyüşümüz başlıyor. İlk keşif ağaçlar arasında kalmış, portakal ve limon ağaçları oluyor. Su kaynağı kenarında olmazsa olması, selfiler çekiliyor. Taşlardan sekerek, ayağımız kaydığında soğuk suyun ürpertisiyle irkiliyoruz. Dağlardan gelen bu pırıl pırıl suyun içerisinden geçiyoruz. Hava soğuk ve bulutlu, bazen soğuk adeta ısırıyor. Geniş bir yoldan Antik Şehre çıkıyoruz.
Çamlar arasındaki, tarih bizi karşılıyor. Kimi arkadaşlar Antik kenti keşfetmek için yukarılara çıkarken, kimileri de aşağıda dinleniyor.
Çamlar arasında yola devam ediyoruz. Dağların gizli sahipleri, keçi sürüsü yabancılık çekmeden aralarından geçmemize müsaade ediyorlar. Çoban, köpeğini bize karşı zor zapt ediyor. Antik kalıntıların bulunduğu geniş bir yeşil alanda öğlen molası veriyoruz. Yola koyulma zamanı, yılan gibi kıvrılan bir yoldan Akdamlar’a iniyoruz. 13 km kat etmişiz. Köylü kadınlarımızın sergilediği, sebzelerden alışveriş yapıyoruz. Kafelerin arka bahçesinde oturup, çayla birlikte sohbete dalıyoruz.
Temiz hava, çam kokularıyla dolu bir günüde bitirdik. Bu bana epey gider, şimdi evde iki gün dinlenme zamanıdır.
*****