Aşık Veysel Yılı Sona Ererken – 1
M. Demirel Babacanoğlu Yazdı
Özgün halk aşıklarından Aşık Veysel, Cumhuriyetin erdemleriyle halk kültürünü birleştirmeyi ilke edinmiştir.
Annesi Gülizar Hanım, koyun sağmadan dönerken, Sivrialan Köyü yakınlarında Ayıpınarı denilen yerde Veysel’i doğurmuş, göbeğini taşla kesip, önlüğüne sarıp eve getirmiş.
Veysel doğumunu şöyle anlatıyor:
“Üç yüz onda gelmiş idim cihana/ Dünyaya bakmadım ben kana kana/ Kader böyle imiş çiçek bahane/ Levh-i kalem kara yazmış yazımı/…” (310:1894)
Gün ay belli değil, mayıs, eylül, ekim, diyenler var. Baba adı Ahmet, ana adı Gülizar. Veysel beşinci çocuktur. Elif doğar. İlkinin adı Ali’dir, sonra dünyaya gelen üç erkek çocuk ölür. Aile çok üzülür, kutsal sayılan Beserek Dağı’na gidilir. Kurban kesilir, lokma dağıtılır, algış (dua) verilir.
Veysel Karani, Yemen’de yitirdiği develerini Beserek-Tekçam’da bulur. Bu nedenle çocuğun adı Veysel konur.
Halkbilimci Kutlu Özen’in belirttiğine göre Aşık Veysel’in ataları Kars’tan, Divriği Kaledibi Köyü’ne 1700’lerin başlarında gelmişler, bir süre sonra ayrılıp Söbealan (Sivrialan) Köyü’ne yerleşmişler dese de, araştırmacı Yazar Nejat Bindoğan “Kars’ta, Şatıroğulları diye bir sülele yoktur” diyor.
Veysel bu konuda geçmişini şöyle anlatıyor:
“Neyim ne olacak, elde neyim var/ Karacaoğlan Dertli Yunus soyum var/ Mansur’a benzeyen bazı huyum var/ Ne sen var, ne ben var, bir tane Gaffar/…”
Veysel, yedi yaşına kadar koşar oynar. Bu yaşta çiçek hastalığına yakalanır. Gözleri kör olur. Bu hastalıktan ölen çocuklar az değildir. Küçük kardeşi Elif ara sıra gezdirir onu. Köye gelen doktorlara göstermişler. Gözlerindeki perde alınırsa görür, bizde bunu alacak alet yok demişler, Sivas’a getir.
Bir gün abisi ahırı temizlerken o da girmiş ahıra. Saman artıklarını dökmek için eğildiğinde, çitak öküzün boynuzu gözüne saplanmış. Sol gözü de böyle görmez olur. Yıllar sonra şöyle söyler anlatır olayı:
“Genç yaşımda felek vurdu başıma/ Aldırdım elimden iki gözümü/ yeni değmiş idim yedi yaşıma/ Kayıp ettim baharımı yazımı/…”
Babası Karaca Ahmet, Ortaköy Bektaşi Tekkesi’nde Mustafa Abdal Baba’ya bağlıdır. Bir gün Abdal Mustafa, Veysel’in durumun sorar. Babası süpürgeyi saz yapıp çalıyor der.. Duvardaki asılı çatlak sazı verir, saz öğretelim der.
Veysel köylerindeki Molla Hüseyin’den saz dersleri alır. Köye gelen aşıkları dinler. Artık saz çalmaya başlar… 15 yaşına gelmiş, ilk söylediği türkü şu olmuştur:
“Bağlandım köşede kaldım bir zaman/ Nice kimselere dedim el aman/ On, on beş yaşıma girince hemen/ Yavaş yavaş düzen ettim sazımı/…”
İkinci saz ustası babasının arkadaşı Çamşıhlı Ali Ağa’dır. Yöre aşıklarla doludur. Ali Ağa sazı öğretir, sevdirir ona. İlk öğrendiği deyiş Kul Abdal’dandır.
“Takdirden gelene tetbir kılınmaz/ Ne kılayım çare ben şimden geri/ yaram türlü türlü merhem bulunmaz/ İstersen merhemi çal şimden geri/…”
20 yaşına gelince sazda ustalaşır. Usta malı türküler çalmaya başlar. Toplantılarda, çevre köylerin düğünlerinde çalar…
Askerlik çağı gelmiştir, askere gitmek ister ama, engelli olduğu için alınmaz. Bahçesinde çalışır, orada yatar kalkar. Armut ağacının dibinde dinlenir.
O sıralar Birinci Dünya savaşı olmuş, askerlik çağında olanlar askere alınmış. Veysel’in çağdaşları da asker olunca, Veysel köyde yaşlılarla, çocuklarla kalır.
Ardından Kurtuluş Savaşı başlamış Atatürk önderliğinde; zorlu savaşlar yapılmış. Köylerine asker kaçağı gelir, bunlardan biri de dayısının oğludur, ötekiyse Zaralı Kasım’dır, keman çalmaktadır.
Kaçaklar geceleri Veysel’in yanında kalırlar… Veysel’e yoldaş, saz çalmada yardımcı olurlar…
Veysel evlilik çağına gelmiş, babası, köylerinden Kara Haydarların kızı Esma’yı ister, evlendirir Veysel’in, bir oğlu, bir kızı olur. Oğlu on günlükken ölür, (1925) annesi babası da arka arkaya ölürler. Bütün iş abisi Ali’ye kalır. Köylerinden Hüseyin adlı birini dutma/yanaşma tutarlar.
Hüseyin, Esma ile anlaşır, 1927 yılının bir gecesinde kaçarlar. Bafra’ya varırlar, bir çeşmede ayaklarını yıkayıp dinlenmek isterler. Esma bakar ki çorabının içinde para var; parayı Veysel koymuştur, yollarda rezil olmasın deyi.
Veysel iki yıl bakar kızına, kollarının arasında ölür. Zalim kafir diye niteler dutma Hüseyin’i. Bir dörtlükte şöyle der:
“Bir vefasız zalim yâre bağlandım/ Tarih üç yüz otuz beşte evlendim/ Sekiz sene bir arada eğledim/ Zalim kafir yetim koydu kuzumu/…”
Sürecek…
****