
Yaşanacak Rüya
Prof. Dr. Levent Seçer Yazdı
Babasını kaybettiğinde daha küçüktü Hanife, köy öğretmeni Nebahat onu çok sevmişti, kimsesiz olduğu için de ona her zaman yardım eder, yanından ayırmazdı. Güzeldi Hanife; simsiyah saçları, güzel, iri gözleri etkiliyordu insanı. Tanrı onu bir başka güzel yaratmıştı sanki, bir bakan bir daha bakardı.
Köylü onun annesi gibi güzel olacağı konusunda hemfikirdi. Annesi yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamamıştı, onu kaybettiğinde babası Kerim ile tek başına kalmıştı. Ama babasını da bir trafik kazasında kaybedince yapayalnız kalmıştı. Babası geçimini Hakkı ağanın yanında ırgatlık yaparak sağlıyordu. Hakkı ağa acımasız biriydi. Hanife’nin babası Kerimi en zor işlerde çalıştırıyordu. Muhtar Muhsin ile zaman zaman dertleşiyor ve kendisine bir şey olursa kızına sahip çıkması konusunda tembihliyordu sürekli onu.
Muhtar Muhsin; “Sen hiç canını sıkma, endişelenme sakın. Ben ona kızım gibi bakacağım, hem üstelik köyümüzün öğretmeni Nebahat Hanım ona kendi evladı gibi sahip çıkacak, bunu gördüm sakın üzülme” demişti.
Kerim hastaydı ve buna aldırış etmiyor tedavisini bile yaptırmıyordu. Çalışmaktan başka çaresinin olmadığını düşünüyordu. “Kızım benim, güzel evladım, kadersiz yavrum anasına bir gün gösteremedim. Şimdi de yavruma sahip çıkamıyorum, bu nasıl kaderdir Allah’ım” diye ağlamaya başladı.
Muhtar Muhsin, Kerim‘in ağlamasından çok etkilenmişti, duygulanmıştı. Ona sarılarak teselli etmeye çalıştı. “Üzülme sakın Kerim, bak dediğim gibi öğretmen iyi bir insan kendi evladı gibi ona sahip çıkacak, sana bir daha bunu söylemek istiyorum, sakın üzülme. Hanife kızım aynı zaman da benimde kızımdır bunu böyle bilesin” dedi.
Sonra uzun uzun düşündü bir türlü anlayamadığı bir şey vardı. “Şimdi neden böyle acılar içinde bu adam, acaba hastalığı ilerledi mi?” diye mırıldandı kendi kendine. Öyle ya köyde bulunan sağlık ocağındaki memur Hulusi onun son zamanlarda ilaçlarını almaya gelmediğini söylemişti. Kerime de “Kerim oğlum neden ilaçlarını almaya sağlık evine gitmedin? Ne zamandan beri ilaçlarını kullanmıyorsun bile bile intihar mı etmek istiyorsun bu günah değil mi?” diye de sormuştu. “Olsun Muhsin ağabey olsun benim zaten yaşayan bir ölüden farkım yok ki. Ağanın yaptıklarına dayanamıyorum, kızım için buna katlanıyorum” demişti o da.
“İstersen şehirde bir yatılı yurda verelim, orada daha rahat eder” dedi muhtar Muhsin. “Buna dayanamam ağabey, dayanamam. Ama başka çaremde yok değil mi? İstersen biraz daha bekleyelim bakalım ne olacak? Öğretmen hanımın da fikrini alalım” dedi Muhsin.
Hakkı ağa, Kerim‘i şehre göndermişti bir iş için, Kerim köye dönerken geçirdiği kazada traktörün devrilmesiyle ağır yaralanmıştı ve kasaba hastanesinden acil şehir hastanesine götürmüşlerdi. Uzun tedavi sonrasında Kerim doktorların tüm çabalarına rağmen hayatını kaybetti.
Öğretmen Nebahat ile Muhtar Muhsin bu haberi Hanife’ye nasıl açıklayacaklardı. Küçücük bir çocuk bunu duyunca ne tepki gösterecek ne yapacaktı acaba. Korktukları da buydu aslında, daha çocuktu annesinin yokluğunda babasına alışmış şimdi onun da öldüğünü duyarsa ne yapardı zavallı çocuk, onlar da çaresizdi. Küçük de olsa her şeyin farkındaydı daha sonra bunun bu yaşadıklarının bir travmaya dönüşmesinden korkuyordu Nebahat öğretmen. İki gün dayanabilmişti Kerim ölüme daha fazla direnememişti bir sabaha karşı hayatını kaybetmişti.
Zalim Hakkı ağa, Kerim‘in ölüm haberini alınca üzülmüştü, nasıl olur da bu zalim adamın üzüldüğüne. İnsanlığını unutmuş bu adamın nasıl olmuştu da bu defa acıma hisleri ortaya çıkmıştı. “Öyle ya dedi Nebahat öğretmen, ağa canının çok kıymetli olduğunu anladı ya da insan olduğunu ilk defa gördü, herhalde üzülmüş” dedi.
Muhtar Muhsin Adana’ya giderek Kerim’in cenazesini alıp köye getirecek ve toprağa vereceklerdi. Bunu bilen Nebahat öğretmen “Ben Hanife’yi alır Muşlular köyüne giderim orada kalırız haberi de olmaz babasının ölümünden ve gömülmesinden” dedi Muhtar Muhsin‘e.
Kerim‘in cenazesi tüm köylülerin yardımıyla dualar arasında köy mezarlığında toprağa verildi. Çok az insan vardı cenazede. Yoksul, kimsesiz insanın kim gelirdi cenazesine zaten. Ama Hakkı ağa da gelmişti. Köy adetlerine bakarak dua okuttu, yemek verdi, dürüst adamdı. “Rahmetli sadık adamdı, nurlar içinde yatsın” derken ağlamaklıydı. Nasıl oluyor da bu zalim adam hala bu sözleri söylüyordu, cenazeye katılan köylüler buna inanamıyordu.
İyi adamdı Kerim parası yoktu, fakirdi ama namuslu, onurlu, şerefli bir adamdı. Karısının ölümünden sonra sadece kızının hayatta kalması ve onun okumasıydı tek isteği. Öğretmen Nebahat hanıma her gördüğünde bunu söylerdi. “Ben okumak nedir bilemedin cahil kaldım ama kızım size emanet, onun okumasını isterim, ona yardım edin hemşire olmak istiyor” demişti.
Nebahat öğretmen bunu anlatırken ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Ertesi gün Hanife’yi alarak yanında götürdü öğretmen Nebahat. Ama Hanife’nin hala babasının ölümünden haberi yoktu. “Öğretmenim babam nerede kaç gün oldu onu çok özledim” diye soruyor,
Nebahat öğretmen de “Merak etme kızım, baban Kerim ağanın yanında İşi var, birkaç gün sonra gelecek, sen benim yanımda kalacaksın gelene kadar üzülme sakın” diye yanıtlıyordu onu.
Muhtar Muhsin‘le bir araya gelip onu Adana’da bir yetiştirme yurduna teslim etmenin daha doğru olacağını söyledi. “Orada okula devam eder daha sağlıklı bakılır, korunur. Burada bizim sahip çıkmamız çok zor.” Muhsin de “Aynı fikirdeyim hoca hanım o bize emanet, sahip çıkacağız ve siz en doğru kararı verdiniz. Ama yarın acı haberi aldığında buna tepki gösterecek durumda da değil zaman geçmeden bunu yapalım” dedi.
Ertesi gün Hanife‘yi şehirde kimsesizlerin alındığı yurda teslim ettiler.
Nebahat öğretmen kendisini çok sevdiğini bildiği için Hanife‘den nasıl ayrılacaktı ya da Hanife bu ayrılığa nasıl tepki gösterecekti? Bunu biliyordu, zor olacaktı ayrılmak. Ama bunu şimdi yapmazlarsa yarın daha çok zor olacağını da biliyordu. Hanife’ye sıkıca sarıldı, onu sevdi, ellerini tutarak bir anne şefkatiyle sardı. Ağlamamak için zor tutuyordu kendisini, bir defa evlenmiş ama geçirdiği bir kazanın ardından bir daha çocuk sahibi olamayacağını da biliyordu. Hanife’ye bu denli bağlandığını, sevdiğini, ona alıştığını, ayrı kalamayacağını da biliyordu. Bu duygularla, özlemle sahip olamayacağı bir çocuk hasretiyle sevmişti onu.
Ama çaresiz onu burada bırakacaktı en doğrusu da buydu. “Üzülme sakın benim güzel yavrum, üzülme ben gene geleceğim, seni sık sık ziyaret edeceğim. Burada mutlu olacaksın, seni burada çok sevecekler, bak arkadaşlarında var, sakın üzülme” dedi. “Babam ne zaman gelecek öğretmenim, onu çok özledim” dediğinde kendine hakim olamadı Nebahat öğretmen.
Nebahat öğretmen‘in ağladığını gören Muhtar Muhsin de duygulanmıştı; “Ben getireceğim babanı sana. Biraz işi var, ağa onu iş için başka bir şehre yollamış yavrum, gelince birlikte geleceğiz, üzülme sakın” derken sesi titriyordu. Zorlukla ayrıldılar kimsesizler yurdundan muhtarla Nebahat öğretmen.
“Buraya biraz alışsın daha sonra babasının öldüğünü alıştırarak söyleriz, daha fazla saklayamayız” dedi Nebahat öğretmen. “Annesi gibi babası da yakalandıkları hastalıklardan öldüler ne acı bir kaderdir bu Allah’ım şimdi nasıl anlatırım babasının öldüğünü? Küçücük bir çocuk buna nasıl dayanacak kim bilir, ama bir yolunu bulacağım” diye mırıldandı.
“En çok da yıllar ilerledikçe, büyüdükçe onların yokluğunu daha derinden yaşayacak asıl çekeceği acı bu olmalı” dedi. “Yaşadığım sürece, canım sağ olduğu sürece onun okumasını sağlayacağım, hemşire olacağım demiş. Artık okusun da nasıl bir eğitim yeteneği varsa ona yönelsin bunu sağlayacağım” dedi. Köye dönerken yol boyunca bunları düşündü ama yüreğinde açılan yaranın acısını nasıl dindirecekti bilmiyordu.
Ertesi gün Kerim ağa, Muhtara haber gönderip gelmesini istedi. Muhtar Muhsin Hanife‘yi kimsesizler yurduna bıraktıklarını anlattı. “Ayrılmak zordu, onu orada bırakırken Nebahat öğretmenle birlikte ağladık çok duygulandık içimizden bir parçanın koptuğunu gördük adeta” dedi.
” İnşallah orada ona sahip çıkarlar bizde yardım edeceğiz ne gerekiyorsa bana haber ver” dedi Hakkı ağa muhtara. Sevilen biri değildi, acımasız zalim bir adamdı ama gene de bir kalbi var demek ki, diye düşündü Muhsin. Bu iyi bir haber belki de bundan sonra köye de bir faydası olur, zalimliği gider ahireti düşünür, değişir kim bilir diye düşündü. Hanife yatılı kaldığı yurda alışmaya başlamıştı, yurt müdürü onun ne kadar saf, temiz, sevgi dolu, akıllı, zeki bir çocuk olduğunu biliyordu. Ama bir gün yanına çağırıp acı gerçeği söylemek zorunda kaldı, daha fazla saklamanın bir yararı olmayacaktı bunu biliyordu.
“Babamı hep rüyamda görüyorum sanki bir daha gelmeyecek” dedi yurt müdürüne. Müdür Hadi; “Bak kızım seninle çok önemli bir şey konuşacağım ama sakın üzülme, sen bu zamana kadar buradasın ve seni biz çok sevdik burası da senin evin, bizler de senin aileniz bunu sakın unutma” dedi.
“Babanı ne yazı ki kaybettik yüce tanrı onu yanına aldı, o şimdi çok rahat acı çekmiyor artık ama sen bizim evladımızsın artık bak senin burada kocaman bir ailen sevenlerin var” dedi. Ağlamaya başladı Hanife, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Onun bu halini gören Müdür Hadi kendine hakim olamamıştı, sarıldı Hanife‘ye onu bir baba şefkatiyle sardı, sarmaladı, bağrına bastı, teselli etti.
Kısa süre sonra da sanki kocaman bir insanın düşüncelerini anlatıyordu Hanife. Gerçeği kabul etmekten başka çaresinin olmadığı olgunluğunu göstermişti. Aradan geçen bir zaman sonra köyden öğretmen Nebahat ile Muhtar Muhsin geldiler. Hanife’nin gerçeği öğrenmesinden sonraki tutumuna şaşırmışlardı, sevinmişlerdi.
Müdür Hadi “O çok farklı bir çocuk, akıllı, saygılı, bambaşka yetenekleri olan bir çocuk. Burada kalacak, burada okula gidecek ona biz sahip çıkacağız, bizim evladımız artık meraklanmayın” dedi. Çok mutluydular muhtarla öğretmen Nebahat.
Aradan geçen zaman içinde onu her hafta gelerek ziyaret ettiler Hanife‘yi. “Biliyorum sizden ayrıyım ama sizi hiç unutamıyorum canım öğretmenim, siz benim annem, Muhtar amca babam oldunuz, size söz veriyorum okuyacağım ve HEMŞİRE olacağım size söz veriyorum” diye onlara sarılarak ağlamaya başladı. Ama bu son ağlayışım ve artık ağlamayacağım söz veriyorum dedi. Muhtar Muhsin ve Nebahat öğretmen sevinçten ağlıyorlardı, köye mutlu döndüler.
Hanife okulunu bitirdi ve en büyük hayaline kavuştu. O artık bir HEMŞİRE olmuştu.
*****