Kurguların vazgeçilmezi!

Kurguların vazgeçilmezi!

Anibal Güleroğlu Yazdı

‘En güzeI manzaranın oIduğu yerde biIe, ağaçIarın, yaprakIarın aItında böcekIer birbirini yer. Şiddet yaşamın bir parçasıdır’ demiş filozof devlet insanı Francis Bacon. Gerçekten de yaşamın içinde şiddet kol gezmekte. Şiddet ve zorbalığın görülmediği yer yok. Nitekim kurguların da içerikleri çoğunlukla şiddetten beslenmekte. Gerek diziler gerekse sinema filmleri hangi temada olurlarsa olsunlar şiddetten vazgeçmiyorlar bir türlü.

Bu noktada durum değerlendirmesi yaparken, kimi zaman ruhsal kimi zaman da fiziksel şiddetle yol almaya çalışma alışkanlığının temelinde ‘insanların şiddet merakının yattığını da unutmamak gerek kuşkusuz. Zira beyazperdede ve beyazcamda rağbet gören kurguların çoğunluğu şiddet ve korkuya dayalı işler.

Nasıl ki bu sezonun dizileri de şiddetten-zorbalıktan nasiplenerek gelişimlerini sürdürme alışkanlığında gösteriyorlar yüzlerini. Üstelik bu süreçte mantığa uygunluğun zedelenmesi, karakterlerin yapaylaşması gibi detaylar da hiç umursanmıyor. Hal böyleyken biz de birkaç dizi üstünden örnekleyelim dedik ‘kurguların vazgeçilmezi’ halini alan bu olumsuzluğu. Buyurunuz…

‘UZAK ŞEHİR’DE MANTIKSIZLIKLA ŞİDDET KOL KOLA…

Geçen dönemden gelen ve bu sezonu ölüyü dirilterek idare etmeye çalışan ‘Uzak Şehir’, töresel şiddetten gelen uyarlamanın hakkını pek veremeyenlerden. Neden derseniz… En büyük kozu, Ozan Akbaba başta olmak üzere, oyuncu kadrosu olan ‘Uzak Şehir’ yeni sezonunda şiddete abanırken mantığı hiç umursamıyor. Yol haritasını kendince çizmeye çalışan yapım, orijinal senaryoya karşın, yolunu şaşırmış halde. Öyle ki dizinin gidişatı hakkında söylenecek çok söz var.

Uyuşturucu kullanımını ve şiddeti özendirdiği gerekçesiyle hakkında dava açılan ‘Al Haybe’den uyarlanan dizi, neden orijinalinde olduğu gibi ikinci sezonunda bir yıl öncesine dönüş yapmadı mesela? Adel karakterine denk gelen Boran’ın ve Cihan’ın babasının sağ olduğu süreci işlemek yerine neden mantıkla bağdaşmayan biçimde Boran geri getirildi? Boran’ın yaşadığının onca zaman Cihan’dan saklanması, gerçeğin uyduruk kabir ziyareti sonrası öğrenilme garabeti bir yana…

Bir yıldır komada olan adama böbrek nakli yapılmasına ne diyelim? Belli ki amaç, Cihan-Alya aşkını-evliliğini engellerle sündürmek ve büyüğünden küçüğüne herkesi ruhsal şiddete maruz bırakan katil Sadakat Hanım’ın haykırışlarından gani gani nasiplenmekti. Hayati tehlikesi olan Cihan’ın yerine Alya böbreğini verdi ve Boran uyandı. Bundan sonra gelsin Cihan-Alya-Boran üçgeninden temel alıp çocuk Cihan’ı da sarmalayacak ruhsal şiddet uzatmaları. Tabii Albora’yı yönetme kavgasıyla düşman başına amcanın milleti galeyana getirme şiddetiyle tuzakçılığı da var hesapta.

Bu süreçte ne mantıksızlıklar göreceğiz kimbilir! Keza hatırlatmak isterim ki, Hamada’nın babasının Zerrin’i kaçırmasıyla yaşananlar da komedi gibiydi. Tıpkı uyuşturucu işinde Şahin’in babasının suçsuzluğuna inanması gibi. Ama silahların gölgesindeki evliliklerin mutluluktan ziyade ruhsal şiddetle yüklü olduğu dizideki tüm bu mantıksızlıkları kabullendik gitti.

Velhasıl; sıfırdan senaryo yaratmak yerine uyarlamaların kaymağını yeme kafası güzel bir formül. Lakin yabancıların temelinden doğup yerli zihniyetle yol alırken mantığı da düşünmek gerekmez mi? Elbette gerekir.

‘SAHİPSİZLER’İN ZORLAMA GELİŞİMİ

İstanbul’a taşınan ağalık yozlaşmasını ve mahalle tarayıp insanları katletmenin ne kadar basit bir iş olduğunu resmeden ‘Sahipsizler’ geçtiğimiz sezonu salya sümük fakirlik edebiyatı sergileyerek kotarmıştı. Alıcısı hiç de az olmayan bu formülün devamı için de yine şiddetle kol kola gezen duygulara oynama yolu seçilmişti. Ama gerek öykü gelişimi gerekse karakterlerin varlığı ilk sezondan daha da yapay hale gelmişti.

Mesela… ‘Sevgilimle evlilik dışı yattığım için tüm bu kötülükler yaşandı. Bu benim suçum’ duygusallığına girerek kendini Allah yoluna adamayı seçen Zeliha’nın bu zihniyetine denecek söz yoktu ama… Bu değişimdeki yapaylık fazlasıyla yansıdı bize. Cevdet Baba’nın ölümüyle tombaladan çıkan eski sevgili Firuze’nin garip aksiyonlarıyla da yeni sezonunu desteklemeye çalışan dizi, şiddetin gani gani hissedildiği bu süreçte doğallık yerine abartıyı seçmişti maalesef. Dolayısıyla buralardan konu yaratma gayretine düşerken İngilizce meraklısı Haşmet’i komedi unsuru yapan senaryonun tamamen zorlamaya dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Dahası şiddeti geliştirmek için Devran-Yavuz çekişmesinin yanında ‘Katliamcı Kevi nene yetmedi torununu devreye sokalım’ mantığını güden dizinin ağalık ve şiddet unsurlarını ön planda tutan içerikteki bu zorlamanın mantıksızlıklarla perçinlendiğini de belirtelim. Hani bolca reklamla bölünen uzun süreler olmasa, ikide bir silahlar gözümüze sokulmasa ‘komedi’ niyetine sineye çekeceğiz ama… Olmuyor işte.

AŞKIN YENİ ADI ‘HALEF’ KAVGASI MI?

‘Biz kendimizi sevgi ile maskelenmiş şiddetle yok ediyoruz’ demiş psikiyatrist R. D. Laing.

Nitekim sezonun yeni işlerinden ‘Halef’ tam da bu söze uymakta. Zira ‘Köklere başkaldırı’ havasında başlayıp ‘Ağalığa, şiddet düzenine dönüş’ olarak yolunu sürdüren dizi, silahların her an çekildiği bir ortamda, ‘Serhat Ağa hangi karısıyla birlikte olmalı’ yarışı şeklinde sunulurken şiddeti sevgi-aşk bahanesiyle kamufle etmekte. Yani şiddet yine başrolde!

Bu noktada doğduğu topraklardaki düzene, ona biçilen kadere meydan okuyarak kendi yolunu çizip başarılı bir cerrah olan medeni Serhat’ın adam öldüren bir ağaya çevrilmesini… Ruhsal dünyası güçlü olmasına karşın Sevde’nin öz annesi olduğunu bir türlü anlayamayan mini şort meraklısı Melek’in, Serhat’ı kapmak için gurursuzca her türlü hinliği-pervasızlığı yapan Yıldız’la ‘Erkek kapma’ mücadelesine sokulmasını dizinin algısal hedefinin en net kanıtı olarak gösterebiliriz.

Yıldız deseniz… Başlı başına bir yozlaşma motivasyonu. Oysa başlangıçta ağalık düzeninin dayatmalarının karşısında bir duruş içindeydi. Gizli gizli okuyup lise diplomasını almış, üniversiteyi hedefliyordu. Serhat olayını köklerinden kurtuluş olarak değerlendiren Yıldız, erkek egemen düzenin mağduru okutulmayan, zorla evlendirilen kızlara açılan bir pencereydi adeta. Buradan çok yapıcı mesajlar bekliyorduk. Lakin gördük ki, oyuncu taraftarlığına odaklı, ‘‘YılSer’ mi olsun, ‘SerMel’ mi’’ çekişmesi iştahları kabartmış.

Mağdur Yıldız da derin göğüs dekoltesiyle ortalıkta fink atan, Serhat’a yapışmak için her fettanlığı yapan, şivesinden tavırlarına itici birine dönüşüvermiş. Hem de kadınlara ‘Erkek avlamak için her yol mübahtır. Okuyup ayaklarınız üstünde durmayı boş verin, iyi bir kocaya kapağı atın’ mesajını verircesine! Okuma isteğiHele bir ağa karısı olayım da sonra istediğim gibi okurum kimse karışamaz. Hem ben ona aşığım’ bahanesiyle geçiştirilmeye çalışılan Yıldız harcanıp gitmiş açıkçası.

Anlayacağınız ‘Halef’ olma uğruna babasını öldüren… Hatçik’i uçurumdan atan… Kardeşine tuzak kurup dolaplar çevirmeyi hak sayan… Tüm bunlara rağmen cezasız kalan silah meraklısı kardeş zorbalığını normalleştiren bir düzenin yansıması ‘Halef’! Yanı sıra gururunu yok sayıp konağın hanımı olmaya odaklanan ve ‘Gelinlikle çıkan kefenle döner’ kafasındaki erkeklerin dünyasında varlık göstermeye çalışan kadınların ‘Halef’lik mücadelesini de ‘Köklerin kültürü’ olarak dayatmakta.

Üstelik kadınların kocalarının işlediği tecavüz suçunu önemsemeyip bu tacizin ardından mağduriyet yaşayan kadını ve kocasından olan çocuğunu hedef almalarını da ‘Hanım’lık gereği olarak işlemekte. İlaveten Hatçik’in, uçurumdan atılmasına göz yuman Yusuf’u sevmeye devam etmesini çok doğal bir şeymiş gibi ele alan senaryonun, gerek Hatçik gerekse Serhat’a ‘‘Yıldız’ı göndermeden yatağıma gelemezsin’’ restini çeken Melek üstünden kadının erkeğe karşı yegane avantajının bedeni olduğu imajını yarattığını da unutmayalım. Yani burada da kadın, erkekler nezdinde cinselliğin ötesine geçemiyor. İzleyici de bu mantığı reytingle ödüllendiriyor. ‘Yazık bize’.

SONUÇTA; Sinemadan dizilere uzanan kurgu dünyasının sanata, kültüre ve yapıcı mesajlara dayanması gerekirken bambaşka bir tablo sunuluyor bizlere. Onca adam öldürülür, yollar kesilirken güvenlik güçlerinin olaya dahil edilmesinin unutulduğu… Erkekliğin şiddet ve silahla özdeşleşmiş biçimde sunulduğu… Dik bakışlarla romantizme soyunup zorlama çekicilik kasan erkeklerin işlediği cinayetlerin cezasız kaldığı…

Yarı çıplak kadınların erkek egemen alemlere meze yapıldığı böylesi içerikleri yaratmak kurgu dünyasının vazgeçilmezine dönüşmüş durumda. Hele bir de oyuncu fanları arasındaki çift yaratma kavgası körüklenmişse, değmeyin keyfimize. Kurgular toplum yapısını ve gençleri yanlış yönlendirecekmiş, zaten şiddet düşkünü zorbalık meraklısı erkekleri daha da cesaretlendirip kadın ezikliğini körükleyecekmiş… Kimin umurunda! Reytingimiz bol, reklam getirimiz çok olsun. Gerisi tufan. Peki… Gerçekten öyle mi?

Son söz Alber Camus’tan gelsin… ‘Biz; bu zorbalıklar, gürültüler dünyasını sevmiyoruz. İçimiz onu sevecek kadar bozuk değil’.

guleranibal@yahoo.com

www.x.com/guleranibal

****

Read Previous

3 Kasım 2025 Pazartesi Günün Sergisi

Read Next

4 Kasım 2025 Salı Günün Sergisi

Most Popular