
Bir Kutuda Saklanan Gözyaşı
Prof. Dr. Levent SEÇER Yazdı
Yalnızlığın ne kadar zor olduğunu biliyordu Nedim. Daha onu yıllar öncesinde yalnızlığa iten, kimsesiz bırakan kaderin nasıl bir kader olduğunu yaşadıkça anlayacaktı. Yetiştirme yurdunun merdivenlerinden inerken bir sesle irkildi Nedim.
Kendisiyle birlikte aynı kaderi paylaşıyordu Muhsin. O da kimsesiz olduğu için bu yurda bir sabah getirilip bırakılmıştı. Ertesi gün sabah da yurdun yemekhanesinde aynı masaya düşmüşler ve yaşayacakları ortak kader burada başlamıştı. Öksüzler yurdu adını böyle koymuşlardı, ana yok, baba yok, kaybolmuş bir hayat var. Gelecek var mı, varsa nasıl bilmiyorlardı.
“Nedim kardeşim ben bugün çarşı iznine çıkacağım benden istediğin bir şey var mı?” diye sordu Muhsin. “Yok hiçbir istediğim yok, ama dur bir dakika var elbet, bana bir damla yaşanmışlığı hatırlatan gözyaşı getirebilir misin bir kutunun içinde.”. Şaşırmıştı Muhsin, kutunun içinde hiç gözyaşı olur muydu? Yoksa bunca yıl burada yaşamak kimsesizlik Nedim’in sağlığını mı bozmuştu, olabilir miydi böyle bir şey?
Hiç bozuntuya vermedi “Peki kardeşim, bulursam getireceğim hiç merak etme sen. Mutlaka arayacağım, nerede olursa olsun,bulup sana bir kutunun içinde gözyaşı getireceğim” dedi. Yurdun kapısında durdu, demir kapıya yaslandı bir süre düşündü, “Vah benim kadersiz kardeşim, vah benim iyi kalpli kardeşim. Allah’ım ona sabır, huzur, sağlık ver, o çok iyi bir insan, onun bundan sonra ezilmesini acı çekmesini istemiyorum. Onu koru Allah’ım beni değil onu tüm kötülüklerden koru, o iyi, güzel kalpli bir insan” diye dua etti.
Nedim bunca yıl aynı yurdun içinde Muhsin’e en yakın olan kişiydi. Ona her konuda yardım ediyordu küçücük yaşına bakmadan. Sanki yılların yükünü Nedim yaşamış, sırtına almıştı. Yaşadıkları onu hayatla, hayatın acımasızlıklarıyla çabuk buluşturmuş, olgunlaştırmıştı. Tek sevinci de burada onunla karşılaşmış olmasıydı. Hayatında hiç unutamayacağı sevinci bu olmalıydı, aslında burada sevincin adını bile bilmiyorlardı ikisi de ama kendilerine bir isim bulmuşlardı yaşamın acımasızlıkları arasında.
Kaldıkları yurdun adı Bekir Sapmaz Talebe Yurdu’ydu. Dar sokakların arasından yürürken arada bir başıyla yukarıya bakıyor, tıpkı bir cezaevinde sadece havayla yüz yüze gelmek için her şeyini feda edecek bir mahkûm gibi hissediyordu kendisini. Aslında kaldıkları yurdun da yürüdüğü bu Saydam Caddesi’nden bir farkı yoktu. İçindeki tarifsiz duygularla yüz yüze kalan Muhsin ana caddeye çıktığında ancak kendine gelebildi. Nasılda mistik bir rüyanın içinde derin bir dünyayı yaşadığının farkına varabildi o anda.
Birden irkildi, “Yok yok tekrar dönmeliyim ne kadar hayır dese de onu da almalıyım getirmeliyim, günlerdir dışarıya çıkmadı.” diye düşündü. Yaşadıklarıyla yüz yüze kaldığı halde hala gelecekten umutlu görünmeye çalışıyordu Nedim, onda hala anlayamadığı, çözemediği bir sır vardı. Bunu anlayabilecek miydi günün birinde, bilmiyordu. Ama gerçek şuydu ki, burada daha birlikte uzun bir zaman beraber yaşayacaklardı. Sonra belki de o haklıydı, hiç üstüne gitmemeliyim, onu kendi kendine bırakmalıyım diye düşündü.
Adana yine yazın korkunç sıcaklarından bir günü yaşıyordu. Muhsin önce bir güzel karnını doyurmak istedi. “Şimdi meşhur kebapçı Mesut Usta’ya giderim, paramın yettiği kadar ısmarlarım, sonra Nedim kardeşime de alırım. Çok sever el kıymasıyla hazırlanan kebabı. Yurtta en güzel yemekler paralı bölümdeki bizim hizmet ettiğimiz kişilere çıkıyor, bize de posası kalıyor. Midemiz bir günde olsun bayram etsin” diye düşündü. Cebindeki parasına baktı, ancak iki dürüm yaptıracak kadar parası vardı. “Olsun ben de dürüm yaptırırım üstelik kapıdan girdiğimde bunu anlamazlar” dedi.
Meşhur kebapçı Mesut’un yerine geldiğinde bir süre kapıda durdu sonra kararını değiştirdi, “Daha ucuz bir yerden yaptırayım, başka şeylerde alırım kendime, Nedim’e” dedi. “Üstelik benden bir kutu gözyaşı istedi onu almak için biraz param kalsın” dedi güldü kendi kendine. Bir ayaküstü seyyar kebapçının önünde durdu, siparişini verdi. Dürümleri aldığında sevinmişti, “Ben de Nedim’le birlikte yerim, şimdi yemeyeceğim. Onunla birlikte yersem aynı heyecanı birlikte yaşarım, ne güzel olur” diye düşündü.
Zaman nasılda geçmişti, izin saati dolmak üzereydi. Vaktinden evvel yurda dönmeliydi yoksa bir daha izin alamazdı. Saatli parkın yanından geçerken bir ağacın gölgesinde bir süre oturdu. Uzun uzun parkın gölge yapan ağaçlarının altında uzanıp yatan, kendisini kavurucu sıcaktan korumaya çalışanlara baktı. Kim bilir nasıl bir dünyaları vardı. Her birini seyrederken yüzlerinden anlamaya çalıştı onların dünyalarını, yaşadıklarını. Belki bilemezdi ama dışa vurdukları davranışlarıyla bunu anlamak mümkündü, bir de işleri yok mu, yaptıkları bir iş? Bunca insan saatlerce burada nasıl yatardı?
Kendisini, Nedim’i düşündü hayatın içinde nasıl da kaybolmamak için mücadele ettiklerini ve yaşamdan umutlarını kesmediklerini, onca acıya dayanmaya çalıştıklarını düşündü. Ama bizim bir umudumuz, gayemiz gelecekte yapacaklarımız var, her şeyimizi kaybetsek de umudumuzu asla kaybetmedik ve daha çok şey yapacağız. Varsın bunca insan burada saatlerce uyusun, her birinin belki yanıldığım bir sürü derdi vardır ama böylede saatlerce bütün gün uyumak, anlamak mümkün değil.
Yanından geçen birine saatini sordu, eyvah geç kalacağım hemen dönmeliyim. Sanki ne yaşadım bütün gün; Hiç. Ama hiç olmazsa yurdun kasvetli havasından birkaç saat de olsa kurtuldum ya bu da yeter. İnşallah Nedim kardeşimle de bir gün birlikte yaşarız bunun gibi bir günü birlikte. Belki de sinemaya gideriz. Bunları düşünürken hızlı adımlarla yürüyordu. Yurda yaklaştığında birden durdu, “Eyvah Nedim benden bir kutunun içinde gözyaşı istemişti. Nasıl da unuttum, ama olsun gidince ona söylerim artık gözyaşı denen şey nedir bunun adını değiştirelim onun için almadım derim. Yerine kaybolan hayatlar bizim hayatımız değil, yaşayacağımız güzel sevinçlerin adını koyalım derim. Artık ağlamak, üzülmek değil, sevinmek, hayatı bundan sonra başka bir umutla yaşamak bizim dostumuz olmalı derim” diye düşündü.
Biliyordu ki o da buna kendisi kadar sevinecekti. Onu tanıyordu çünkü. Aynı kaderde buluşmuşlardı ama ikisi de yenecekti bu kaderi ve mutluluğu yakalayacaklardı. Gözyaşını sevince çevireceklerdi. Tüm bu yaşadıklarının acısını çıkaracaklardı gün geldiğinde. Sevindi, huzurla girdi yurda.
*****