Baharın Şen Kadehleri
Harika Ören Yazdı
“Mevsimlerin şahı İlkbahar ‘dır.’’ desem itiraz edeniniz olur mu? Sanmam.
Uyanışı, başlangıcı, doğumu, yenilenmeyi temsil eden doğa şöleni baharla, ülkemin her köşesi ayrı güzeldir. Tarlalarda gelincikler, dağlarda endemik bitki örtüsünü oluşturan bin bir çeşit çiçekler açar. Sarı gelindir mimozalar, mor sümbüller, nergisler, frezyalar mis kokar.
Lalelerle İstanbul’da ilkbaharlar bir başka güzeldir.
Erguvanlar, kuru dallardan öbekler halinde patlayarak Boğaz kıyılarına ışıldayan pembe inci kolyeler gibi seriliverirler. Mavi gökyüzüne doğru uzanan dallarıyla her iki kıyıyı alabildiğine renklendirirler. Şehre bahar neşesi düşer. Derken, güneşin ısıttığı, rüzgarın ürperttiği mevsimle İstanbul’un renkli şen kadehleri, Sultanahmet’ten, Emirgan’a baş verirler.
Laleler… Arsız, sınırsız, tek başına ama birlikte ve bir o kadar rengarenk Laleler.
İstanbul bir kez daha mevsimi altın kadehlerden sunarken içimiz umutla dolar. Görsel zevkin tadıyla gözlerimizi doyururken, güzel havaların keyfini renklerle enerjiye dönüştürmeye meylederiz. Zor ve dalgalı yaşamın içine İlkbahar tılsımı düşer; yaradan doğanın büyüsüyle yaşam sevincini bir kez daha sımsıkı kucaklayalım, ister.
Süleyman Daşdağ; “Bir güzellik var rengarenk insanlarda./Çünkü bahar var bu sabah İstanbul’da.’’ diye ilkbaharın coşkusunu dizelerine döker. Bahar, insanları doğanın kucağına davet eder. Evlerinden yeşil çimenlere, sahillere taşan; hafta sonları deniz kenarlarında, kır ve ormanlarda yürüyüş yapan, ağaçların altına yayılmış İstanbulluları ağırlar.
Kısalan İlkbaharın yarısı yağmur, yarısı kış… Metropolün yoğun iş ve trafik karmaşasında, güneşli günleri yakalamak, fırsat yaratmak, tükenmeden anı yaşamak pek de kolay değil. Yeşiller betona teslim oldu, kuş seslerini duymak zorlaştı.
Peygamberimizin işaret buyurduğu, Fatih Sultan Mehmet’in rüyalarının şehri İstanbul aslında bir gül şehridir. Güle aşkını seslendiren bülbülleriyle de bilinir. Fatih’in “İslâmbol’u açıp gülzâr yapmak” niyeti gerçekleşince; muhteşem korularıyla çeşitli ağaçları konuk eden cennet İstanbul‘a çok miktarda gül çeşitleri ekilmeye başlanmış; köşklerin, yalıların, konakların bahçeleri güllerle bezenmiş, padişaha ait has bahçeler kurulmuştur. Güller bahçelerin baş tacı olmuştur.
Türk kültür ve edebiyatında çokca yer alan gül; aşk demektir. Parfümün olmadığı zamanlarda, banyo sonrası gül yaprağı serili çarşaflara sarılan hanımlar, mis gibi ten kokularını böyle elde ederlermiş. Salonlarda vazolar içinde her gün suları tazelenerek yer alan renkli güllerin mis kokuları odalarda salınır, dururlar. “Ay kıskanır gül yüzünü, yıldızlar sana yaklaşır,/Bülbüller gülü bırakmış, senin kokunla dolaşır,/Dallar bile uzanmışlar, görmek için pencerene /Bağımlılık yapmaktasın, her gören sana alışır’’ mısralarıyla Sinan Karakaş dizelerinde gül kokulu hatunlara öykünür.
Gül saltanatını süredursun, laleler 16-18. Yüzyıl arasında İstanbul’u ele geçirirler. Öyle ki bahçesinde lâle yetiştirmeyenlerin ayıplandığı bile söylenir. Osmanlı’da bir devre isim olan lale, Kağıthane’de, Sadabad Yalısında yapılan Lale Devri şölenleri ağdalı anlatımlarla, tarih kitaplarında bolca yer bulur.
Laleler, sanata da damga vurarak, gül desenlerinin yanında çini süslemelerde, dokumalarda bezeme olarak yerlerini alırlar. Padişahların laleye olan düşkünlüğüyle 17. Yüzyılda lale çiçeği soğanlarının karaborsa satıldığı bilinir.
İstanbul Şehir Logosu, Lale çiçeği içinde camilerle temsil edilmektedir. Mega Şehirde; Sultanahmet Meydanı, Emirgan Korusu, Gülhane Parkı, Büyük Çamlıca Korusu ve Göztepe 60. Yıl Parkı’nda lale mevsiminde festivaliler yapılır. İstanbul’un parkları, bahçeleri, şehir içindeki çiçek tarhları baharın rengarenk şen kadehleriyle bezenir.
Kamuran Akkor’un seslendirdiği “Laleler’’ şarkısıyla büyüdüm. “Yazın evvelinde gence çölünde/ Çıkarlar laleler yine de bize laleler/ Bize laleler/ O güzel yemyeşil yapraklarını/ Serip te dereye güzel laleler/ Güzel laleler/ laleler, lalelerrrr’’. Güftesi Aslan Aslanov, bestesi de Talman Hacıyev‘e ait bu şarkı unutulmazlar arasında yer alır.
Ve sonrasında Mazhar Alanson “Uykulu gözlerle, döndüm rüyamdan/ Sana sarı laleler aldım, çiçek pazarından/ Sen olmasan buralara, gelemezdim ben/ Sevemezdim bu şehri, anlamazdım dilinden” sözü ve bestesi kendine ait şarkısıyla hepimizin kalbine dokunmadı mı?
Sibel Can’ın seslendirdiği “Çok geç kalmışız canım, vakit bu vakit değil/ Eski radyolar gibi, çatıya saklanmış aşk/ Öyle sanmışız canım, artık ölümsüz değil/ Leyla ile Mecnun gibi, çoktan masal olmuş aşk/ Lale devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçmiş/Aşk şarabından kim bilir en son hangi şanslı içmiş’’ Sezen Aksu dizeleriyle mest olmadık mı?
Lale’nin de ömür gibi kısacıktır yaşamı; mevsiminde bize bir göz kırpar ve geçer gider. Hadi, gelin “Laleler’’ şarkılarını dinlerken bir kahve koyalım kendimize.
İstanbul 24 Mayıs 2024
****