Öykü – İT TANIDI BİZ TANIYAMADIK
M. Demirel Babacanoğlu
Öykü – İT TANIDI BİZ TANIYAMADIK
Birinci Dünya Savaşı yılları.
Osmanlı kimi tutarsa askere götürüyordu.
Bizim köyden de Babaca Mehmet, Haydar Arpaç, Kulaç Mustafa… askere alınmışlardı.
Bunlar Irak Cephesi’ne gönderilmişler.
Orada savaş çetin. Açlık, yokluk, bit, salgın hastalık askerin yakasından düşmüyor.
Diğer savaş alanlarının da bundan kalır yanı yok.
Kumandanlar savaş alanının yabancısı, hangi cepheye, nasıl saldıracaklarını bilmiyorlar. İngiliz casusları kol geziyor, yerli halkı kışkırtıyorlar.
Bizim askerler hücuma kaldırılıyor ama bir de bakmışsın cephede eriyip gidiyor. Bizden yana olacağını sandığımız kimi yerliler İngiliz casuslarına uymuşlar; bizi arkadan vurmuşlar…
Güvenli hiçbir yanımız yok. Bağdat, Basra batağına düşmüşüz. Ölmeyenler toplanıyor, yeniden hücuma kaldırılıyor.. Ölüm kesin… Kulaç’la Haydar diyorlar ki; “Bu böyle giderse, öyle de görünüyor, bizim sağ kalmamız olası değil. Kaçalım.”
Babaca Mehmet kaçmak istemiyor, katılmıyor onlara, kaçmıyor. Haydar’la Kulaç kaçıyorlar. Dağlardan, tepelerden, saklana gizlene yollara düşüyorlar. Dağlardan, kırlardan buldukları otları, bağlardan, bahçelerden aldıkları meyveleri, köylerden dilendikleri ekmekleri yiyorlar; derelerden, göllerden, pınarlardan su içiyorlar; yürüye saklana, yata dinlene üç dört ayda, saçları sakalları birbirine karışmış, derileri kurumuş, kemikleri çıkmış, bir deri bir kemik kalmışlar, giysileri lime lime olmuş, tanınmaz halde köye gelmişler.. görenler dilenci sanıyor…
Arpaç Haydar, üstü başı perişan, yüzü koca bir kıl yumağı, yalnız gözleri ışıldıyor, gelmiş evlerini önüne bükmüş boynunu, it oturuşu oturmuş, ekmek pişirenlere bakıyor.
Eşi, komşuları bir olmuşlar. Ateş yakmışlar, saç kurmuşlar. Kimi hamur açıyor, kimi ekmek pişiriyor. Koca Haydar’ı tanımıyorlar.
Karşılarında bir dağ yaban adamı çömelmiş, öylece kendilerine bakıyor. Şimdiye kadar köye böyle bir adam gelmemiş, görmemişler. “Neci, neci deel bir adam. Dilenci desen değeel, bildik desen değeell…”
Karısı Fadımana, “Amaaan canım, kimi mimi ne yapacaksınız, Allahın bir adamı, verin bir şepe gitsin” diyor. Çocuklarla bir “şepe” gönderiyorlar. Adam bir lokmada yalayıp yutuyor şepeyi, gitmiyor öylece bakıyor yine. “Herhal doymadı” diyorlar, bir “şepe” daha gönderiyorlar. Koca Haydar, o “şepe”yi de hemen yalayıp yutuyor, ama yine gitmiyor, öylece mayıl mayıl bakıyor. Kadınlar, “Kuduruk mu ne elin adamı, şepeyi yedi gitmiyor” diye söyleniyorlar. Karısı “Bire babam ekmek mi var, şepe mi var, çocuklara anca yeter, kalk git” diye sesleniyor… Koca Haydar, duruşunu hiç bozmuyor, konuşmuyor, acı acı bakıyor, gülümsüyor onlara…
Bu sırada, damın ardından koşup gelen Karabaş, Haydar Emmi’yi görünce, üzerine atılıyor, boynuna sarılıyor, yüzünü gözünü yalıyor, öpüyor… Haydar Emmi de ona sarılıyor… Karabaş’la Haydar Emmi özlem gideriyorlar…
Yufka açanlar, ekmek pişiren kadınlar, karısı Fadımana ; Karabaş’ın bu halini görünce, ayağa kalkıp ekmek tahtasını, ekmeği, sacı bırakıp hoyurtup bakıyorlar. O zaman tanıyorlar ancak Haydar Emmi’yi..
“Amauu amauu şu bizim Koca Haydar deel mi” diyorlar. Bir heyacan, helecan bir coşku başlıyor.. Karısı, komşuları, çocukları, koşup sarılıyorlar.
“Amanın, amanın, it tanıdı biz tanıyamadık” diyorlar.
_____________________
Babaca Mehmet: Benim dedem, Irak Cephesi’nde şehit oluyor.
Hoyurtmak: Ürkerek bakmak.
Şepe:Şepit:Yufka ekmeğin küçüğü.
Not:Yayın hhakkı Yazarınındır.İzin almadan yayınlanamaz
*****