Orhan Kemal’in Oğlu
Işık Öğütçü’yle Bir Anı
M. Demirel Babacanoğlu Yazdı
Kasım 2001 günleriydi. Işık Ögütçü‘den bir telefon aldım. Doğrusu heyecanlandım.. Hiç görmediğim Işık Öğütçü. “Ben Orhan Kemal’in oğluyum, sizden dileğim, Aykırısanat’ın Mayıs Haziran 1997/29. sayısını bana göndermeniz. Onda, Orhan Kemal’e ait derlediğiniz bir şiir olduğunu öğrendim.”
Şiir şöyleydi:
“Adamı bol, otomobili, asfaltı çoktur bu şehrin
Bedava su içilir çeşmelerinden
Hür ve müsavidir herkes herkese
Böyle yazar kanunları
Hürriyet ve müsavat
Şapkanı göğe fırlat
Atla otomobilden otomobile
Fabrika kur
Parti aç istersen
Fakat bilinmez neden
Pek çok insan akl’etmez fabrika kurmayı
Gider iş arar” *
“Olur” diyorum, “Şimdi, çocuk okutmak nedeniyle Ankara-Sincan’dayım. Yakında, 16 Kasım 2001 günü Ramazan Bayramı için Adana’ya gideceğim. Dergiler orada, sana göndereceğim.”
dediğim gibi yapıyorum. Ek olarak da, Orhan Kemal‘le ilgili Mayıs-Haziran 1996/23. ve Haziran-Temmuz 1993/6. sayılarını yolluyorum.
23. Sayıda, Orhan Kemal‘in oğlu Nazım‘la çekilmiş bir fotoğrafı var. Bu fotoğraf yokmuş kendilerinde, daha sonra saydamını da gönderiyorum.
6. sayıda ise, Orhan Kemal‘in “Köpek Yavrusu” adlı yazısını inceleyip öyküleştirdiğim “Köpek Yavrusu’na Bakış” adlı öyküm de yer alıyor.
Gönderimi alınca 17 Ocak 2002 tarihli bir teşekkür mektubu yazıyor bana. Gönderilerin, müzede yer alacağını bildiriyor.
Yaptığım araştırma ve çalışmalarla Orhan Kemal Müzesi‘ne küçücük bir katkıda bulunmak, çok büyük sevinçler veriyor bana.
Bundan üç beş ay sonraydı, bana bir telefon daha geldi. Işık Bey, bu kez Dedesi Abdülkadir Kemali Bey‘in(**), o yıllarda Adana‘da yayınladığı “Ahali” gazetesinden hiç değilse bir örnek bulmamı istiyordu.
Yaz dinlencesinde Adana‘ya dönünce, İl Halk Kütüphanesi‘ne, ÇÜ Kütüphanesi‘ne, Atatürkevi Kütüphanesi‘ne ve bu işle ilgili kimselere… başvurdum. “Ahali” gazetesinin izine rastlayamadım. Sonucu kendisine ilettim, aramayı sürdüreceğimi de belirttim…
Işık; Taha Toros‘a da başvurmuş, onun belgeliğinde bir adet varmış, fotokopisini almış. Bu ülkede yayınlar nereye gider, saklanamaz mı bir yayın, anlayamam! Milli Kütüphane‘de de yokmuş!
O akşam, saat 23’ü geçerken bir telefon daha çaldı. ÇÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Doç.Dr.İ.Çetin Derdiyok arıyordu. Işık Öğütçü‘nün Adana‘ya geldiğini, yanında olduğunu bildiriyordu. Konuştuk. Yarın yine beni arayacaklar. Ben hiç ikilem geçirmeden “tamam” diyorum.
Karahan Kitabevi‘nde buluştuk. Zafer Doruk da geldi. Çetin Derdiyok‘un otomobiline bindik, doğru Milli Mensucat Fabrikası‘na gittik.
Fabrika’nın bekçisi bizi içeri bırakmadı. Öyle buyruk almış. Fabrikanın çevresini dolaştık, dış duvarlarını izledik. Fabrika eskimiş, sıvaları dökülmüş, kırmızı tuğlaları çıkmış. Cümle kapısının önünde durup fotoğraf çektirdik. Tam gitmeye hazırlanıyorduk ki Fabrikanın Genel Müdürü Hasan Tarakçıoğlu eşi ve kızıyla geldiler. Güzel eşi, fabrikanın avlusundaki yeni dünyadan ikram etti bize. Genel Müdür hoş adam, güleç adam, orta boylu, buğday benizli, kendine güvenli, 45-50 yaşlarında, konuşmayı bilen Kayseri kökenli. Fabrika hakkında bilgi aldık; bekçi eşliğinde fabrikayı gezdik.
Genel Müdürün verdiği bilgiye göre fabrika 1897 yılında bir İtalyan tarafından kurulmuş. DTCF öğrencisi Tüzel Demirel‘in 2002-2003 öğretim yılında hazırladığı “Adana’da Tekstil Endüstrisi ve Ortaya Çıkardığı Çevre Sorunları” adlı tezinde, Prof. Dr. Hamdi Kara‘nın “Çukurova’da Endüstri” adlı, 1982 doçentlik tezinden aktardığı bilgilere göreyse, azınlıklardan Aristidi Kosma Simyaoğlu tarafından 1800 iğlik fabrika olarak kurulmuş. 1911’de 400 iğlik ünite ile 51 tezgah eklenerek entegre tesis haline getirilmiş.
Daha sonra fabrika Cumhuriyet döneminde satın alınarak Sait Tekin, Mustafa Özgür, Nuh Naci Yazgan, Nuri Has işletmiştir. Bugünkü sahibi ise Erol Öztürk‘tür. Fabrikanın toplam alanı 68,570 m2’dir. 1937’de ünlü Ressam İbrahim Çallı‘ya fabrikanın bir krokisel resmi çizdirilmiş. Bu krokisel resim büyük bir levha olarak yönetim odasında durmaktadır.
Orhan Kemal 1932-37 yılları arasında bu fabrikada çalışmış. Cemile ve Murtaza romanlarının kaynağını buradan alarak yazmış. Çalıştığı yıllarda, fabrikanın batısında bulunan SSK‘ya ait 16 lojmandan batıya bakan, alt katlarından birinde oturmuş. Ondan sonra son on yıldır Vahap Korkulu adlı işçi, beş kişilik ailesiyle birlikte oturmaktadır. Vahap Bey burada çalışmış, emekli olmuş; fabrika 8,9 yıl önce kapanmış.
‘Milli Mensucat‘ın, 1982 yılında, o günkü iktidar tarafından “Milli”si kaldırılmış. Sahipleri tarafından yerine “MİLSAN” konmuştur.
Bekçi Mehmet yanımızda, fabrikayı geziyoruz. Kazan dairesi, makineler, borular, her şey çürümüş, hurdahaş olmuş, iskelet halinde. Yeni makineler getirilmiş ama, onları görmedik, birkaç ay içinde yeniden çalışacakmış fabrika!
Fabrikanın güney geçeneğinde, duvarın yüksekçe bir yerinde, 9,37’de durmuş olan bir saate rastladık. Kim bilir kaç yıl çalışmış bu saat, kaç kez işçilere bildirmiş zamanı? Dili yok ki konuşsun ?
İşçi tuvaletleri çalışmıyor, kapalı. Yalnızca ustaların üç gözlü tuvaleti yarı kullanılır halde! İkisinin üstünde “erkek” birinin üstünde “kadın” yazıyor. Kapılarının belden yukarısında daire biçiminde camlı denetleme gözetleme yeri var.
Fabrikanın hemen her yerinde fotoğraf çektirdik. Orhan Kemal‘in soluğunu, yaşamını duyumsadık. Ayak seslerini duyar gibi olduk. Kalem seslerini algıladık. Murtaza‘yı, Cemile‘yi konuştuk…
İşimiz bitmişti. Milli Mensucat‘a hoşça kal deyip bindik taksimize, Çakmak Caddesi‘nde bizi bekleyen Mustafa Emre‘yi aldık. Pazarlar caddesi, Mestan Hamam‘ı yakınındaki Asmaaltı Kebap Salonu’na gittik. Orada acılı, şalgamlı Adana Kebabı yedik. Kim bilir belki, Orhan Kemal de buralarda kebap yemiştir!
Konumuz hep Orhan Kemal, hep onu konuşuyoruz. Işık; o, bir baba yangını. Babası öldüğünde 13 yaşındaymış. Doyasıya bir baba özlemi var içinde. Onun yapıtlarına, onun kalıtlarına sahip çıkarak, yaşamaya çalışıyor bu özlemi. Onun adına müze açması çok büyük bir olay!..
Taksimize binip yine yollara düştük. Yüreğir’de Kışla Caddesi‘ne bitişik, Akıncılar Mahallesini boydan boya geçtik, Kozan Yoluna dayanan Orhan Kemal Bulvarı‘na gittik. Bulvarın ortalarına doğru sağlı sollu, Büyükşehir Belediyesi’nin astığı birkaç, “Orhan Kemal Bulvarı” yazan levhaya tanık olduk. Onların önünde fotoğraf çektirdik.
Bulvar dönüşü Mustafa Emre bizi, Hürriyet Mahallesi’nin kuzeyinde meyhanemsi bir yere götürdü. Meyhanenin alnında “Anorbis Şirketi” yazıyor. Bu söz, bilgi aktarımı anlamına geliyormuş!
Meyhanedekiler hemen ayağa kalktılar, bize “hoş geldiniz” dediler, yer açtılar, oturduk. Meyhaneci birer duble boğma doldurdu verdi bize. Yanında, Emre‘nin geçerken semt pazarından aldığı greyfurt dilimlerini yiyor; çekiyoruz yudumları, ama Işık tek bir yudum bile içmiyor.
Işık, uzun boylu, ince dalan, kırmızımsı yüzlü, ince boyunlu, dazlak, güleç biri. Her zaman gülüyor. Güldü mü yaşam fışkırıyor yüreğinden! Onunla birlikte olmak ne güzel. Ona sevecen bakıyorum. Konuğumuz olmasına seviniyorum. Kısa, küçük küçük sorular yöneltiyorum. Çok yakın olmuş babasına; daktilo yazarken tepesine bile çıkmış, oradan bakmış babasının yazılarına. Öyle başkalarının dediği gibi kahvelerde yazmamış Orhan Kemal öykülerini! O, gördüğü olayları kahvede olsun, başka yerde olsun, not edermiş defterine; gelir eve daktilosunun başına oturur yazarmış. Daktilo sesini dinleye dinleye uyurmuş Işık. Bisiklet almaya söz vermiş babası ona. Ne yazık, ancak üç yıl sonra sözünü yerine getirebilmiş.
Duvarda bir dörtlük:
“Paran varsa iç eylen
Millet alem görsün
Paran yoksa evine git
Çocuklar baba görsün”
Tam da burası Orhan Kemal‘lik bir yer.
Akşam Çukurova Üniversitesindeyiz Orhan Kemal’i konuşuyoruz…
….
* Orhan Kemal’in arkadaşı İzzet Eskiyenentürk’ten alındı.
** Abdulkadir Kemali subay, hukukçu, Kuvay-i Milliyeci, millet vekili, gazeteci,
****