İstanbul Gezisi , İstanbul İzlenimleri
M. Demirel Babacanoğlu Yazdı
(20-25.12.2017, İstanbul’dayız) İstanbul‘un geçmişi 300 bin yıl öncesine dayanıyor; kent oluş tarihi ise 3 bin yıl. 1600 yıl başkentlik yapmış bir kent. Bizans, Yunan, Roma, Osmanlı geçmiş buradan. Yüzölçümü 5.712 km². Nüfusu 15 milyon. 30 ilçesi, 151 köyü vardır. Sanayi, kültür-sanat, turizm bakımından gelişmiştir.
İzmit’ten Edirne’ye kadar coğrafyaya yerleşmiş büyük bir kent. Nice insanlar, nice tarihçiler, nice şairler… görmüştür. Nedim, “Bu şehr-i Sıtanbûl ki, bi mislü bahâdır/ Bir sengine yekpare acem mülki fedadır” demiş.
İyi ki Fatih almış İstanbul’u. Bizim de bir dünya şehrimiz var… İlgimizi, yönümüzü çeker kendine… Ayasofya Müzesi, Sultan Ahmet, Süleymaniye, Mihrimah Sultan camileri, Galata Kulesi, Köprüsü, Dolmabahçe Sarayı, Haydarpaşa Garı, Üsküdar, Boğaziçi, Boğaz Köprüleri; Beyoğlu, Taksim, İstiklal Caddesi, Sirkeci, Galatasaray Lisesi, denizi, boğazı ünlüdür…
Bir haftadır oğlum Remzi’lerdeyiz; birlikte İstanbul’a gideceğiz. Orada kızım Estin’gil oturuyor. Remzi’nin yönettiği otomobille saat on gibi çıktık yola. Çıplak dağları yara yara Köroğlu Dağlarına varana dek ormanlık gör(e)medik.
Bolu’ya girdik. Kıbrısçık ilçesi Himmetler Köyü’nde 1965-67 yıllarında öğretmenlik yapmıştım. Bolu, o yılların Bolu’su değil, kat kat büyümüş. Hava bulutlu, sisli, karla karışık yağmur yağıyor. Dönüşte daha çok karlıydı; pamuk dalları gibi sarkmıştı ağaçlar. İnip bir yerde karlı dağları izledik. Fotoğraf çektirdik.
Sakarya’ya, İzmit’te hava açıktı. Girdik İstanbul’a Kızım Estin’gile gidiyoruz. Evi akıllı telefonun kılavuzluğunda Beylik Düzü’nde bulduk. Kapıda kızım Estin, torunum Asya karşıladı. Hemen kucaklaştık. Çok özlemişiz birbirimizi, kucaklaştık, sarıştık, hal hatır soruştuk. Hele torunumuz, onu görmek sevmek bizim için bir dünyadır.
Yemek hazırmış, oturduk yedik. Akşam da damat Levent geldi; Atatürk Hava Alanı’nda çalışıyor. Asya’nın yanar mumları üflemesiyle temsili doğum gününü babası, annesi, ablası, ninesi, dedesi, teyzesi, dayısı, yengesi birlikte kutladık.
Bakınız burada bir de Çerkezköy’de, Ankaralı kamu görevlisi Emre Işık’la evli yeğenim Sibel oturuyor. Gidip görelim dedik. Öğlene doğru yola çıktık. Küçükçekmece Gölü kıyısına indik. Denize bitişmiş koskocaman bir göl, çevresi kaba saba yapılarla çevrilmiş. Hava soğuk olduğundan mı nedir kimsecikler görünmüyor. Kuluçka makinesi civcivlerden büyütülmüş piliçler karşıladı bizi. Yem istiyorlar ama elimizde yem yok.
Neyse bırakıp onları bindik otomobile. Kıvrım kıvrım yollardan geçerek vardık Çerkezköy’e. Sibel kapıda karşıladı bizi. Güzel bir ev kiralamışlar. Sarıştık, kucaklaştık, özlem giderdik. Bir de bebeği var, apalaklaşmış, gülücükler dağıtıyor, Sibel, çay, kek, yaş pasta hazırlamış, ikram etti. Beyi Emre Akşama doğru geldi, görüştük, konuştuk. İzin isteyip ayrıldık.
Bugün Cumartesi’ydi evden dışarı çıkmadım. Torunumla koştum oynadım. Kitap okudum. Onu çok seviyorum. Ana sınıfına gidiyor. Sözlü oyun tasarlıyor, oynuyor. Eşya saklama oyunu oynandı bizimle.
Okuduğum kitap Demirtaş Ceyhun‘un Apartman adlı öykü kitabı. (Sis Çanı y., 1997) Ayrıntılara boğulmuş kitap. Baştan sona sınıfsal açıdan değerlendirilmiş. Kısa alıntılar verelim size:
“… Osmanlı yabancıların egemenliğine giriyor. Gelsin 1838 anlaşması. Gelsin azınlıklara yeni haklar, gelsin duyunu umumiye. Tam sömürge biçimi değilse de gizli bir sömürge şeklidir…”(s. 116)
“... Devletin laçkalaşması, sadece ve sadece ekonomik iktidarla politik iktidarın çakışmamasındandır. Biliyorsunuz, ekonomik iktidar yabancılarda, politik iktidarsa zahiri bir tarzda aydınlar oligarşisindedir. Bu gerçeği sezen de Mustafa Kemal olmuştur. Mustafa Kemal’in büyüklüğü bence buradadır…”(s. 118)
*****