GIYASİ AYDEMİR’İN KİTAPLARI
M. Demirel Babacanoğlu
Gıyasi Aydemir’in dördü şiir, biri öykü beş kitabı var bende. Tadımlık değineceğim onlara.
Yayın tarihlerine göre:
1).Bir Zamanlar Bir Köy Masalı (104 s., 42 şiir, 2008), 2. Bana Bir Şiir Bırak (86 s., 48 şiir, 2010), 3. Nice Şahbaz Atlar (80 s., 37 şiir, 2015), 4. Sensizlik (96 s, 39 şiir, 2015), 5. Çukurova Sıla Ben Gurbet (128 s., 23 öykü, 2016). Hepsi de Karahan yayınlarınca çıkmış.
Yazar 1955 İsparta-Keçiborlu Kılıç Köyü’nde doğdu. İlk, orta, liseden sonra AÜZF tarla bölümünü bitirdi. 1986’da bir kamu göreviliyken ayrıldı. Değişik yerlerde üretim uzmanı olarak çalıştı, emekli oldu. Adana’da yaşamaktadır.
Sanat ürünlerinde çokca İsparta havası, yöre dili ve gülleri görülmektedir sezilmektedir. Gülle dil karışınca unutulmaz yapıtlar çıkmıştır ortaya.
1). “kışın kar fırtına kerpiç damlarda/ yuvgu taşıyla yuvgulanır/ gerenle pekiştirilir/ damlardaki kaçak yerleri/ dam başlarında hissedilir en çok/ tüten dumanlarla/ ak karlar üstünde göğe karışan/…”
diye başlıyor şair kitaba.
Hangi şiirini okusam, köy, köylü, arkadaş, dost, dağ bayır, dere tepe, ağaç orman, kurt kuş, ana baba, kardeş bacı… hava su, köy, kent kokuyor.
“saçları beline dolanırdı/ gözlerin derin kara ve çekik/ kaşları sürmeli kudretten/ on dördünde verdiler Çörtükoğlu Fehim’e/ servi boylu gül endamlı Peruze’yi/ üzerinde üç etek cepken fistan/…”
İşte böyle gelenek, görenek yaşam… doğuda olsun, batıda olsun çok değişmiyor bunlar…
Halkbilimciler eğilmeli bu kitaba…
2). “Bana bir şiir bırak”la başlamış işe. “kapaklanır/ dörtnal gider tay/ süvarisi gök/…” Sonuncu şiir ilk şiirin adını taşıyor, şöyle bitiyor: “bana bir şiir bırak/ vicdan kadar büyük/ ve bir o kadar hür/ kan olmasın içinde// ölmesin çocuklar ve aşklar”
Öyle ama, olmuyor…
“derin ırmak/ hoş gelmişsin/ Nedret’in güzel kızı/ hoş gelmişsin dünyaya/ acınla sancınla çığlıklarınla/ kolay gelsin…”
Yok kolay gelmeyecek yaşam! …
Sular için de yazmış şair. Bir kurama göre sulardan olmuş varlıklar.
“mezarlar diyorum su/ hayatlardan büyük mü bazen/ teğet geçilmişlerimizle dolu/ dik tutmaya çalıştığımız/…” “sal o kösteklenmiş deli tayı/…”
3). Kargaşa, toz, dumanla geçmiş yılları anlatan şiirlerini okuyoruz bu kitapta. Yeniden yaşıyor gibi oluyorum o yılları. Kan, gözyaşı, ölüm…
“sen Nemrut ben İbrahim/ sen Neron ben Roma/ hiç de pişmeyecek/ ben madımak/…”
Madımak’ı, ateşi, felaketi gördü insanlar.
“sen keskin nişancı olacaksın/ ben bir güvercin, vuracaksın ağlayacaklar// sen taşlar arasında bir taş/ ben bir gül/ atılacağız Pir Sultanlara, ağlayacaklar/ sen ceset olacaksın ben bir karanfil/ düşeceğim toprağına yüreğimle, ağlayacaksın/…”
Nice ağıtlar yaktık çözülmedi karanlıklar! Sürgit gidiyor, insan olmayışlar… saldırışlar, öldürüşler… Kan içmekten bu kadar mı zevk alırsınız eyyyyyyy insansızlık?!
“kapına gelmişim/ yüreğimde çiçekler heybem umut çıkını/ içim dışım sevince kesmiş/…”
4). Bu kitapta şiirler Roma rakımıyla numaralandırılmış. Bir kardeş gibi sanki duruyorlar artarda…
“umutlarımız kül rengi belirgin/ yürek dolusu kan/ avuç içinde avuç/ namlularca hışımlı sıcak/ erişilmez güç/…”
Şu namlu, şu tank, şu atom, şu kimyasal… neden üretilir? İnsan olmayan insana sormam zaten! İnsan olan, ya da insanım diyen sen ne dersin? Ben, toplanın toplanın her yerde, silaha karşı tepki verin… derim…
“yüzün ölümüne asık/ öldürmece kararmışsın/ güleceksin bir kez yavrum/ gülmen gerek/…”
Güldürüyor mu elin kıranı!
5). Anlatım, biçemler, iç söyleşiler anımsatıyor Kemal Tahir’i.
“… Kanser miymiş demek? Prostat sandık a kuzum, demedi mi doktorlar, ciğer de mi patlamış? Vah yavrum vah! Hiç açmamışlar demek, öyle savmışlar başlarından. Yok mu? Umutları olmadığından mı? Altı ay mı ömür biçmişler? …”
“Bey ayağımıza kadar gelmiş diyen elciye; beye de sinkaf ağaya da diyordu ırgatbaşı kendi diliyle. Yudumladıkları kaçak çay boğazlarında, bardaklar ellerinde öylece kalakaldılardı beyle ağa …”
“keyiflenince ‘allöş’, su icer gibi ‘lan’ ama illa ekmeği bölüşür gibi ‘gardaş’ demeyi, tabla kebapçılarından yeşilliğime turunç sıkıp turşu sulu, ‘daneli’ şalgamla kebap yemeyi, Pekçabuk’tan gömlek, Şahan’dan kundura giymeyi…” derken Adanaca dil uzayıp gidiyor…
Bir yerinde de, “Mehmet Demirel Babacanoğlu öğretmenimle ‘Yüzsüzler Yüzünü Alsın’ diyecektim” diyor şair…
Not: Merak edenler, kitapları alır okurlar, görürler benim demediklerimi…
*****