Düziçi Köy Enstitülü Mehmet Mucuk’la Söyleşi

Düziçi Köy Enstitüsü Mezunu

Mehmet Mucuk’la Söyleşi

M. Demirel Babacanoğlu Yazdı

(Köy enstitülerinin kuruluş yıldönümü bayramı kutlu olsun…)

Köyümüz İncirgediği 1990 yılına dek Adana-Karaisalı‘ya bağlıyken, köylülerin isteği üzerine 1990’da Mersin-Tarsus İlçesi’ne bağlanmıştır. 16. yy. sonlarında yerleşik düzene geçtiği söylenebilir. Osmanlı döneminde Sıbyan (Çocuk) Mektebi vardır, dört yıllıktır. Babam bu okuldan mezun olmuştur

1928’de köyümüze yeni okul yapılmıştır. İki sınıfı, bir iş atölyesi, bir öğretmen, bir müdür odası bulunmaktadır. Çevre köylerin çocukları da okulumuza geldiği için sonradan bir de pansiyon yapılmıştır.

Okul eskiyip örene dönünce, Demirciler yokuşu güneyine bir okul daha yapılmıştır. Köylerin kente göçmesiyle, köylümüz de kente göçmüştür. Sonradan yapılan okul da örene dönmüştür. Taşımalı eğitime başlanmış. Şimdilerde köyde birkaç yaşlı aile oturmaktadır. Öğrenci sayısı ise oldukça azdır.

Mehmet Mucuk köyümüz halkından olup 1942 yılında köyümüz okulunu bitirmiş. Bekir Dörtgöz arkadaşıyla Düziçi Köy Enstitüsü‘ne gitmiş, 1950‘de bitirmiştir.

Mehmet Mucuk’la 05 Ağustos 2018 Günü Pozantı-Tekir Yaylası’nda evinde buluştuk, konuştuk söyleştik.

-İyi günler Mehmet Bey öğretmenim.

-İyi günler Mehmet’im, hoş geldin.

-Hoş bulduk. Siz, Düziçi Köy Enstitüsü mezunusunuz öğretmenim, sizinle eğitim, okul üzerine konuşmak istiyorum.

-Buyrun, konuşalım Mehmet’im.

-Ana adı, baba adı, doğum tarihiniz, medeni durumunuz?

-Anamın adı Hadice, Babamın Adı Mehmet Ali, doğum tarihim 1930 ama, nüfusta 1932 yazılmış, doğum yerim İncirgediği. Evliyim, üç kız çocuğum var. Üç de görev başındalar.

-İlkokula başlamanız…

-1937 yılında okula başladım, 1942 yılında okulu bitirdim ama, yaşın küçük diye diplomamı vermediler, bir yıl daha okudum… İki yıl ara verdim…

-Yani siz ikinci sınıftayken Atatürk dünyamızdan ayrıldı.

-Öyle oldu. Köyümüzün muhtarı Veli Hikmet Arpaç’tı. Benim okula girdiğim yıl, köye radyo getirmişti. 1927’de ülkemize giren radyo, on yıl sonra bizim köye gelmişti. Köylüler Veli Hikmet’in radyosunu dinlemeye giderlerdi. Ama radyonun sesinin Ankara’dan geldiğine inanmazlardı.

Atatürk dünyamızdan ayrılmış, Veli Hikmet radyo haberlerinden öğrenmiş. Okulumuza geldi, haber verdi. Başöğretmen Hakkı Nabi Adalı ile birlikte program hazırladılar. Okulun karşısında, köyün Cumhuriyet Meydanı vardı. Buraya tak kuruldu. Öğrenci sıralarından biri temsili tabut haline getirildi. Bayraklar konuldu.

Biz öğrenciler, köylüler toplandık. Veli Hikmet Atatürk’ün nutkundan metinler okudu. Başöğretmenimiz Atatürk’ün yaşamöyküsünü anlattı. Çocuklar şiir okudu. Ben de Hasan Ali Yücel’in Atatürk adlı bir şiirini okudum.

“ATATÜRK- Türkü ölümden/ Odur kurtaran/ Odur yeniden/ Türklüğü kuran// Yaptığı ordu/ Düşmanı kovdu/ Ulusu yurdu/ Odur yaratan/…/ Ülküm yürüsün/ Türklük büyüsün/ Sen Atatürksün/ Ey Yüce Başkan”

-Peki şimdi o meydan yok…!

-Evet yok. Köy Tüzel kişiliğine aitti o meyden. Nasıl oldu bilmiyorum Tırlık Ali (Ali Yağmur) altmışlı yılların başında oraya ev yaptırdı. Derviş Ağa’dan başka kimse karşı çıkmadı. Ama, önlenemedi.

-Veli Hikmet Karaisalı’ya da haber vermiş olayı… Nasıl oldu bu işi?

-O zamanlar ilçe’de bile radyo yok. Veli Hikmet atla Karaisalı’ya gidiyor, Kaymakamlığa haber veriyor Atatürk’ün dünyamızdan ayrıldığını. Kaymakamlık bunun üzerine hemen törenler düzenliyor… Atatürk anılıyor yasla…

-Düziçi Köy Enstitüsü diye bir okul olduğunu kim haber verdi size?

-O yıllarda gezici başöğretmenler vardı. Şimdi müfettiş deniyor. Okula geldiklerinde haber verdiler… Biz de öyle duyduk.

-Sizin bu okula gitmeniz için yardımcı oldular mı? Olduysa kimler?

-Yok olmadılar… Bize Veli Hikmet yardımcı oldu. Onun İrfan adında bir oğlu vardı. Onu bu okula gönderdi. Bir yıl kadar kalabildi orda. Babası bünyesi zayıf diye aldı okuldan. Ortaokul, liseye gönderdi. Sonra da Ankara Hukuk’ta okuttu. Adana’da avukatlık yaptı, şimdi emekli. Bize de Düziçi Köy Enstitüsü’ne gitmemizi öğütledi.

-Peki nasıl gittiniz?…

-Biz az topraklı bir ailenin çocuğuyuz. Düşündüm ki bu topraklar bizi idare etmez. En iyisi Düziçi Köy Enstitüsü’ne gitmek. Babama söyledim, isteksiz davrandı, buradaki işleri kim yapacak dedi? Mustafa Abim, Ahmet abim yapabilirlerdi, ama onları pek göz önüne almadı. Sonra Ahmet abim de devlet yardımıyla orta liseyi bitirdi, yükseğine gidemedi…

Arkadaşım Bekir Dörtgöz’ün Babası köyün hergelesini, kendi de danasını güdüyordu. Bekir’i zor ikna ettim. Diplomamızı alamamıştık. Muhtarın yardımıyla okuldan diploma defterini aldık… İlçeye götüreceğiz. O yıllarda vekil öğretmenler vardı. Bilmiyorum ne yaptılar, verilmedi diplomamız…

Babam, tarlamızda yetişen söbü karpuzlardan altısını heybeye koydu, biraz da bozuk para verdi. “Karpuzları, Karaisalı’da Saraç Halil var, ona verin, o size yardımcı olur, paraya da Sümer basması alsın getirin” dedi. Heybeyi beygire attı, uğurladı bizi, yola düzüldük.

O zamanlar böyle yol mol yok, hayvanla, ya da yaya gidilirdi Karaisalı’ya. Bir de trenle Adana’dan gidilirdi. Biz beygirle gittik, Bekir’le ortaklaşa bindik. Çakıt Çayı’nı geçtik. Çakıt Çayı’nı geçmek bir cesaret işiydi, hele sel olursa hiç geçilemezdi…

Vardık Karaisalı’ya, Saraç Halil’i sorduk, “o şimdi Kızıldağ Yaylası’nda” dediler. Bekir’le gittik Maarif Memurluğuna. Maarif Memuru İsmail Geçioğlu’ydu, “ne istiyorsunuz” diye sordu. Diploma defterinin yanımızda getirmiştik; “işte okulun diploma defteri. Düziçi Köy Enstitüsü’ne gitmek istiyoruz” dedik. “Olmaz” dedi, “diplomanız” yok. Hana geldik hayvanımız handa bağlıydı, heybeden karpuzun birini çıkarıp kesip yedik.

“Bekir’e dedim ki, haydi bu kalan karpuzları İsmail Bey’e götürelim, belki bizi kabul eder.” Öyle yaptık, heybeyi omuzladık, doğru İsmail Bey’in kapısına vardık. Çekindiğimizden içeri giremiyoruz. Bizim tıkırtımızı duymuş olmalı… Dışarı çıktı, bizi kapı ağzında gördü, “heybede ne var” dedi, “karpuz” dedik. Hizmetliyi çağırdı, karpuzları içeri gönderdi. “Haydi fotoğraf çektirin gelin” dedi, gittik çektirdik geldik, verdik fotoğrafları İsmail Bey’e, bize trene indirimli binmemiz için kimlik; Düziçi Köy Enstitüsü Müdürlüğüne vermemiz için resmi yazı verdi; yazıda “çocukların diplomaları onaydan gelince gönderilecek” yazıyordu.

Köye geldik, ertesi gün Durak İstasyonu’ndan Bahçe’ye bilet aldık. Veli Hikmet bizimle Adana’ya kadar geldi. Bize öğüt verdi. “Mutlaka okuyun, ben İrfan’ı okuldan aldım amma bünyesi çok zayıf, bedensel çalışmaları kaldıramadı, ama siz okuyun” dedi.

Bahçe’ye vardık. O zamanlar Yarbaşı’nda durmuyor tren, dönüşte duruyor. Bahçe’den dönüş bileti aldık, Yarbaşı İstasyon’unda, indik, on kilometrelik yolu yürüyerek okula geldik. Okul Müdürü Lütfi Dağlar, Eğitimbaşı İsmail Sefa Güner’di, yıl 1945’ti, bizi kayıt ettiler. Giysilerimizi verdiler, öğrenci olduk.

-Sizi eğitim kültür sanat kollarına mı ayırdılar?

-Evet. bir hafta kültür dersleri, bir hafta tarım, iş dersleri görüyorduk. Türkçe, fen bilgileri, matematik, sosyal bilgiler, sağlıkçılık, zootekni, arıcılık, tavukçuluk, tarla bahçe ziraatı, marangozluk, demircilik, inşaat işleri, beden eğitimi (…) dersleri …

Ben Soğuk Demircilik koluna ayrılmıştım. Ama her işten anlarım, on parmağımda on hüner var. Evin kapısını, penceresini tamir edebilirim. Öğretmen lojmanlarını, okul, atölye binalarını biz yaptık. Tahıl, sebze, asma üzüm yetiştirdik. Kendimiz ürettik kendimiz tükettik. Devletin devede kulak bir masrafı olurdu. Yani biz yük olmazdık devlete. Dileyen kendi istediği, sevdiği derslerde sivrilebilirdi.

-Tiyatroculuk da ileriymiş…?

-Öyleydi. Ben tiyatroculuk kolunda da görev aldım. Hasan Sabah adlı edebiyat öğretmenimiz beni de tiyatro koluna aldı. Cevat Fehmi Başkut’un Paydos piyesini hazırladık, oynadık. Sonra Adana’ya gittik, Halkevi sahnesinde temsil ettik. Ben büyük başarı sağlamışım ki, Halkevi beni Erciyes Sineması’na davet etti, orada öğretmenimizle birlikte film izledik.

-Bayrak olayı için ne diyorsunuz?

-Biz o zamanlar Alman binası yakınındaki yatakhanede yatıyorduk. Bir sabah uyanıp, Düziçi’nde inşa edilmiş olan yeni binalardan ikinci bina önüne geldiğimizde bayrak sereninden bayrağın uçkurluktan yırtılıp alındığını gördük. Beden Eğitimi Öğretmeni Ali Demiralp , öğrencileri Osmaniye’ye maça götürmüştü. Acaba bayrağı onlar mı götürdü diye düşündük. Yönetime gidip haber verdik. Birkaç gün sonra bayrağın parçaları yollara atılmıştı. Bulduğumuz parçaları yönetime getirip teslim ettik.

Okul içinde yabancılar dolaşıyordu. Okula mitten görevliler geldi. Araştırmalar yaptılar, ama somut bir sonuç bulamadılar! Hasan Hüseyin Çukur öğretmen o gün nöbetçiydi. Onu sorguladılar, içeri atılanlar oldu ama sonunda berat ettiler.

-Okulu bitirdiniz, öğretmenliğe başladınız, neler yaptınız?

-1949-1950 öğretim yılı haziran ayında okulu bitirdim. Beş ekimde Adana-Karaisalı Nergislik Köyüne atandım. Beş yıl öğretmenlik yaptım. Sonra 1955-56 öğretim yılında kendi köyüme atandım. 27 Mayıs devrimi muhtarlık görevini bana verdi. Köyümün yollarını, camisini, okulunu tamir ettirdim. Karaisalı-Bolaat Köyü’nden köyüme su getirttim.

1961-62’de Adana-Yüreğir- Çukurova İlkokuluna atandım. Sonra Adana’nın Nuri Zekiye Has, Cumhuriyet, Milli Mensucat ilkokullarında görev yaptım. 05.02.1984 yılında emekli oldum. Kışın Adana’da, yazın Adana-Tekir Yaylası’ndayım.

1994’te Tekir Yaylası Belde Belediyesi’nin kurulmasını, Pozantı Şeker Pınarı su getirtilmesini sağladım. 1994-1998 yıllarında belediye encümen üyeliği görevinde bulundum. Ne yazık ki, 1996 yılında belde belediyeciliği kaldırıldı.

Bosna Hersekli iki öğrenciyi Çukurova Üniversitesi’nde okuttum.

-Bilgiler için çok teşekkür ederim.

-Ben teşekkür ederim.

*****

Önceki

Dünya Sanat Günü Sanat Emekçileri Sergisi

Sonraki

17 Nisan 2019 Çarşamba Tiyatro Rehberi

Yorum yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Popüler Yazılar