Babacanoğlu’ndan bir Öykü – HASAN ONBAŞI

Öykü – HASAN ONBAŞI

M. Demirel Babacanoğlu Yazdı

Eskiden askerde çavuş, onbaşı olanlar, terhis olunca köyünde çavuş, onbaşı olarak anılırlardı. Omar Çavuş, Hasan Onbaşı, Ebuseyit Çavuş gibi..

Hasan Onbaşı bizim köyün renkli, ilginç kişilerinden biriydi. Çevresinde sevilir sayılırdı. Askerde çileler çekmiş, esir düşmüş İngilizlere.

Konuşmaya başladı mı, esirlikten söz ederdi. Bir de berberlik öğrenmiş askerlikte, bundan da çok söz ederdi. Makasın şıkırtısına toplanırmış askerler.

Birinci Dünya Savaşı‘ndan sonra ülkeyi düşman işgal etmişti. Fransızlar girmişti Çukurova‘ya.

Demir yollarını, Torosları ele geçirmiş, Kılıcami, Fadıl, Kapıkaya, Durak İstasyonu, Kelebek, bizim köye kadar gelmiş düşman. Kara teyyareleriyle bomba atmış, gitmişler.

Hasan Onbaşı büyük savaşlara katılmış, çete savaşları vermiş düşmana karşı. Gazi olmuş. Kuvayi Milliyecilerden biri. Dervişağa kolunda püskürtmüşler düşmanı.

Bütün bunları ayrıntılarıyla anlatırdı… Savaş görmeyenler, savaşı bilmeyenler pek anlamazlardı… Topluluğa girdi mi hemen başlardı anlatmaya. Ama dinlemeyenler de olurdu. Yanından sezdirmeden kaçar giderlerdi.

Biz o zamanlar çocuktuk. Beştülü Emmi‘nin evinin önünde zibillikte oynuyorduk. Fransızların attığı bombalardan birini bulduk. Soba borusuna benzer bir şeydi. Karnından yarılmış, sac çıkıntıları sarkıyordu.

Hasan Onbaşı orta halli bir çiftçi ailesinin başıydı. Ailesine düşkündü. Evde bir rahatsızlık olsa ona hemen bir çare aranır bulunurdu.

Bir gün Haçca Hanım hastalanmış. Bütün işler kendine düşüyor. Gün akşam olmaktadır, yemek pişecek. Hayvanlar bağlanacak. Tavuklar kümese tıkılacak… İş çok. Telaş içinde Hasan Onbaşı; oraya buraya koşar gibi gidip geliyor; söyleniyor kendi kendine:

“Ak tavuk cülüğüyle yok, beygir öksürüyor, Haçca hasta, ne halt etsin Hasan Onbaşı…?”

Böyle söylenerek, şaşkınlığını, çıkarsızlığını, bunalımını anlatıyor. Kim yardım edecek?

Sonunda komşular yetişiyor işi bitiriyor.

Bir gün yağmur yağıyor… Nisan yağmuru. Bereketli yağmur. Haçca Hanım konuşuyor, algış (dua) veriyor…

“Hasan’ımın tarlasına, Hasan’ımın tarlasına, Hasan’ımın tarlasına…”

Yağmur olacak… Tarlaya ekilenler bitecek, ürüne dönüşecek, geçimlik sağlanacak… nasıl algış vermesin Haçca Hanım?

Sonra ne oluyor dersiniz?

Bereketli yağmur doluya çevriliyor… Haçca Hanım ne yapabilir? O anın telaşıyla; “Yağma yağmur, yağma yağmur” diyor amma, yağmur dinler mi? Gök çatlıyor, şimşekler şakıyor.

Çaresizlik içinde Haçca Hanım, eliyle yağmuru iter gibi “Dağlara dağlara” diyor, ama dağlara filan gittiği yok! Bu kez ne diyeceğini bilemiyor!

“Başkasının tarlasına, başkasının tarlasına, başkasının tarlasına…” diyor.

Algış, kargışa dönüşüyor..

İnsan bu!

*****

Önceki

Bergüzar & Kırkpınar Türk Müziği Korosu Sapanca’da

Sonraki

Habib Gerez’e “ Yaşam Boyu Sanat Ödülü” verildi.

Yorum yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Popüler Yazılar