Sistemin Yarattığı Canavar: JOKER

Sistemin yarattığı canavar:

JOKER

Anibal GÜLEROĞLUYazdı

İyilik ve kötülük… Birbirinin zıt kardeşi gibi ve her an birbirine dönüşme potansiyeliyle kol kola yürür dünya düzeni içinde. Bu öyle bir ikiyüzlü düzendir ki, herkesçe iyi sanılanlar özünde kötülüğü barındırırken, kötü olarak mimlenenler de gerçekte kötü olmayabilir pekâlâ. Öte yandan haksızlıklarla dolu sistemde kendi yağıyla kavrulmaya çalışırken maruz kalınan kötülüklerden ve dışlamalardan dolayı gelişen hınçla zorla kötülüğe itilip kötüleşen iyilerin varlığını da unutmamak lazım. Nitekim ‘İnsanlar bize ya hınç ya da korku yüzünden kötülük ederler’ demiş Rönesans’ın en önemli figürlerinden sayılan ünlü düşünür-yazar ve devlet adamı Machiavelli!

Velhasıl; özünde kötü olanlar ve şahsi menfaatleri uğruna kötülüğe meyledenler dışında, yaşamın içindeki iyilikle kötülük birbirinden kesin çizgilerle ayrıştırılamadan varlık buluyor genelde. Yanı sıra bireysel düzeyde veya sistem dâhilinde gelişen öfkeler ve olumsuzluklar da kötülüğün temelini atabiliyor çoğu zaman. 

Nasıl ki, böylesi dönüşüm halleri sadece gerçek yaşamda değil kurgularda da sıkça karşımıza çıkmakta. Özellikle günümüz dizilerinin içindeki kötülüklerin pek çoğu geçmişten kaynaklı hınçlara ve intikam duygularına dayandırılmakta… Gerçi ‘Ben kötülük yapıyorum ama bir sor bakalım neden’ dercesine yaratılan yerli dizilerin kadına şiddet uygulayan kötü karakterlerini psikanalize tabi tutarak onları masumlaştırmak ne derece mümkün olur, bilemem. Ama bu iyilikten kötülüğe dönüşüm işi yabancı kurgularda gayet başarılı biçimde yansıtılmakta bize. En taze örnek de ‘Sistemin yarattığı canavar’ kıvamında huzura gelen ‘Joker’!

BİR İNSANIN ZIVANADAN ÇIKMA ÖYKÜSÜ!

‘Hikâyelerini bilmediklerimizdir, en çok düşman olduklarımız’ demiş, filozof ve kültür eleştirmeni Slavoj Zizek. DC Comics sinema evreninin ‘Batman’e karşı ötelemeyi seçtiği ve mazisini pek aydınlatmadığı ‘Joker’le yarattığı düşmanlığı da bu doğrultuda değerlendirmek gerek. Zira evrenin süper kahramanı olan ‘Batman’i, ailesi şehir hırsızları tarafından gözleri önünde katledilen Bruce Wayne’in çocuk mağduriyetinden alıp kurgusal şehir Gotham’ın adalet dağıtıcısı olarak seyirciye sunanlar, onun karşısındaki ‘Joker’i de salt kötülüğe odaklı-huzur bozucu düşman mantığıyla aktarmışlardır filmler boyu. Gel gör ki, bu tek taraflı yönlendirme ve süper kahramanı yüceltme mantığı beni hiçbir zaman tatmin edememiştir.

Doğruyu söylemek gerekirse ‘Batman’i çocukluğumdan beri sevememişimdir bir türlü. Devasa zenginliği ve sahip olduğu müthiş olanaklarla sürekli gözümüze sokulan bu karakterin ait olduğu çevreden dolayı, fakir halktan ziyade kaymak tabakanın çıkarlarını gözeterek kahramanlıklar sergilediği hissine kapılmışımdır maceralarını izlerken. Keza babadan yadigâr yardımcısının varlığı da Bruce Wayne olarak göz kamaştıran karakterin ‘Batman’ kimliğindeki tepeden bakma havasını destekler mahiyettedir bana göre. Daha açık ifadeyle ‘Batman’in varlığında doğallığı yakalayamamışımdır kesinlikle. 

Öte yandan ayaktakımının desteğiyle varlığını sürdürme pozisyonunda olmasına karşın halk için tehlike şeklinde yansıtılan ‘Joker’i daha gerçekçi bulmuşumdur. Nitekim Venedik’te Altın Aslan ödülünü kazanan ‘Joker’ filminde, özgün ruhunu baskılayan Arthur’un hikâyesini izledikten sonra karakteri daha iyi özümseyip sempatimde ne denli haklı olduğumu gördüm. 

Muhakkak ki bundan önce de farklı yapımlarda ‘Joker’in dünyasına inişlerle karşılaştık. Ancak hiçbiri geçmişi gizemli olan karakterin ‘şakacı kötü’ olma yolundaki psikolojisini ve onun nasıl zıvanadan çıkartıldığını bu denli irdelememişti. Dahası burada karşımıza getirilen ‘Joker’ karakteri her tür kıyaslamadan alnının akıyla çıkacak güçte. Çünkü oyuncu ve yönetmen performansı sayesinde bu irdelemeye alabildiğine derinlik katarak yol alan film, insan ruhunun toplum ve kötücül kişiler eliyle nasıl dejenere edilebileceğini kendine özgü bir yorumla aktarmakta bize. Dolayısıyla başka yapımların karakterlerine benzetilemeyecek bir iş ortaya koyan Todd Philipps’in ‘Joker’ini eleştirirken bize sunulanları ‘‘Süper kahraman Batman’in düşmanı olan anti kahramanın geçmişi’’ basitliğine indirgemek yerine ‘Bir insanın zıvanadan çıkma öyküsü’ şeklinde görüp karaktere odaklanarak içeriği ona göre değerlendirmek lazım.

İlaveten… Her ne kadar, yarası olup gocunma tedirginliği yaşar kıvamdaki, Amerikan Ordusu tarafından ‘Bir psikopatın içindekileri harekete geçirip toplu katliamlara sebep olma’ potansiyelinde görülerek tehlikeli sayılsa dahi, geneli etkileyebilecek bir kışkırtma gücünden uzak olduğu da muhakkak. Bu da bizi, ‘Joker’in özünün, korku salmaktan ziyade, tam anlamıyla yaşamın içinde itilip kakılan bir insanın dramını yansıttığını ve toplumsal ezilmişlikle bağdaşır nitelikte olduğu gerçeğine götürmekte.

Şimdi bu saptamalar doğrultusunda ‘Joker’i ele alacak olursak…

Fareler ve çöp dağlarının istilası altındaki Gotham’ın içine sürüklendiği çaresizliği ve çözüm için yeni seçilecek Başkandan medet umulmasını dillendiren haberler eşliğinde sunulan ‘Güleriz ağlanacak halimize’ modundaki palyaçoyla karşılıyor bizi ‘Joker’. Ardından aynadaki acınası haline ve haberlerden duyduklarına insanın içini ürperten tuhaf kahkahasıyla tepki verip karmaşık ruhunu makyaj maskesiyle gizlemeye uğraşan palyaçonun iş mücadelesindeki dram geliyor. Bu süreçte sitem kaynaklı toplumsal çöküşün aynası olan sokaklardaki kara tablo çıkıyor karşımıza. İşte o andan itibaren, düzenin korumasından ve nimetlerinden mahrum bırakılarak zavallılaştırılan insanların zorbalar ve zengin züppeler tarafından nasıl lime lime edilebileceğini izlemeye koyuluyoruz. 

Ruhlardaki iyiliği sömürüp kötülüğün açığa çıkması için her türlü zorlamayı yaratan sistemin kurbanı olarak sunulan Palyaço Arthur ‘Her şey zıvanadan çıkıyor’ diyerek, zayıf bedeniyle kendisine yapılan kötülükleri metanetle karşılarken her daim ‘Mutlu surat’ olabilmek için mücadele veriyor. Hasta annesine bakmaya çabalarken yemeyip yediren ve bir deri bir kemiğe dönüşmeyi umursamayan Arthur için tek mutluluk, televizyondaki talk show’u izlemek. Yegâne hedefi de bir gün komedyen olup stand up yapabilmek. Haksızlıklar karşısında ayakta kalabilmek için ruhsal desteğiyse, kendisine hep gülmesini telkin eden annesinin varlığı, sosyal hizmetlerin verdiği psikolojik danışmanlık ve sakinleştiriciler. Peki, ama nereye kadar? Defterine ‘Umarım ölümüm hayatımdan daha mantıklı olur’ yazarak robot gibi davranan psikolojik danışmanın dikkatini çekmeyi başaran Arthur için zurnanın zırt dediği yer, iyilik kisvesi altında eline tutuşturulan silah ve zengin züppelerin saldırganlığı! Bir de parasal kısıtlama için psikolojik hizmet veren birimin kapatılmasıyla ilaç alamama hali eklenince bunlara, Arthur’un iyilikten kötülüğe dönüşüm süreci de başlıyor. Ama asıl en büyük darbe, toplumsal statülere kurban gitmiş geçmişin açığa çıkmasından sonra geliyor.

Kendisini artık kötü hissetmek istemeyen bir insanın çaresizliğini, kötü durumlarda gelişen gülme kriziyle aşmaya çalışan Arthur’un ‘Joker’ olmasının baş sebebiyse, annesinin dilinden düşmeyen Thomas Wayne’in ne mal olduğunu anlaması ve güvendiği insanların yalanları. Bundan sonra kim tutar ‘Joker’i… Hele bir de fakir halkta, iyi yerlere gelme başarısı gösteremeyen sokaktaki insanların tepkisini ‘Palyaçoluk’ olarak nitelendiren zengin kitle temsilcisi Thomas Wayne karşıtlığı ve palyaço maskeli katile hayranlık uyanmışsa!

Joaquin Phoenix’in neredeyse tek kişilik şovuna dönüşen ‘Joker’deki gelişimi ve ‘Batman’le ilk karşılaşmasındaki düşmanlıktan uzak naifliği filme bırakıp bu içerikten çıkartılabilecek mesajlara geçecek olursak…

‘Zenginler bizim gibi insanları iplemiyorlar’ sözü ‘Joker’in toplumsal mesajlarının başını çekmekte! Kendi sırça köşklerinde sokağın sorunlarından ve zavallılığından uzak yaşayan zenginlerin bu tabloya yönelik duyarsızlığını Arthur karakteri aracılığıyla dillendiren film, çaresizlik rutinini kırmak için düzene karşı bir hamlenin yeterli olabileceğini yansıtmakta.

Zengin ve güçlü ailelere mensup erkeklerin yanlarında çalışan genç kızlarla gönül eğlendirme ve onlardan kurtulma rahatlığını ‘Joker’in geçmişiyle açığa çıkartan içerik, bu noktada zenginlerin kendi suçlarını örtbas etmek adına her türlü olanağı çekinmeden kullanıp karalamaya giderek işin içinden sıyrılma serbestîsini gerçek hayatla bağdaştırmakta. Günümüzde de benzer örneklerini görüyoruz nitekim!

‘Joker’deki mesajcılık cephesinde bir diğer detay, yönetim kademesindekilerin parasal sıkıntı evrelerinde, kendi lüksleri yerine, parasızlara yönelik sosyal hizmetlerde kısıntıya gitmesi. Yani maddi sorunları gidermenin çaresi, halk ve onlara verilen hizmetler olarak görülüyor Gotham’da da! Gerçek yaşamla ne denli uyumlu değil mi? Keza aynı sömürü ‘Joker’deki işveren cephesinde de mevcut. İnsanın yediği dayak değil, geri verilemeyen reklam tabelası önemseniyor mesela.

Dahası sokaktaki serserilerin de güçsüzleri kendilerine hedef seçerek bir bakıma ezicilik hiyerarşisini oluşturdukları ‘Joker’de katman katman insan yansımaları mevcut. Misal psikolojik destek verenlerin de sıkıntılar içinde kıvrandığını ve özünde desteğe muhtaç oldukları, bundan dolayı karşılarındakine faydalarının dokunamadığı gerçeğini gözlemliyoruz. Aynı zamanda toplumun en anlayışsız yaklaştığı hastalığın ruhsal bozukluklar olduğunu da ‘Akıl hastalığının en kötü yanı, herkesin öyle değilmişsiniz gibi davranmanızı beklemesidir’ mantığında yakalıyoruz bu seanslarda.

Ayrıca sistemin sesi gibi davranan televizyon dünyasına dair mesajcılık da önemli bir yere sahip ‘Joker’in öyküsünde. Zira talk show sunucu Murray ‘nin tavrı onun için bir başka kırılma noktası. Dolayısıyla televizyon şovlarındaki ünlülerin mevcudiyetlerini başkalarının emekleri üstünden yürüttüklerine dikkat çeken yapımın bu alandaki kişilerden dürüstlük ve gerçeklik beklememek gerektiği yönündeki vurgulamaları ayrıca önemli! Hem zaten insanların kendince yaptıklarını göstererek onları aşağılamak, dalga geçip prim yapmak ekranlardaki kimi alaycı şovmenlerden alışık olduğumuz bir formül değil mi? Bol aşağılama, bol alkış.

NİHAYETİNDE; Güçlüleri ve zenginleri kollayan kapitalist sistemin cümle eğretiliğini ve çirkinliğini ortaya saçan ‘Joker’, bu çarpık sistem sayesinde en iyimser ve gariban insanın dahi zıvanadan çıkıp içindeki canavarı ortaya salabileceğinin öyküsü. Bu öyküden sosyopatlık veya toplumsal kışkırtıcılık çıkarmaya çalışmak da hata. Zira Arthur, ‘Joker’e dönüşmeden önce görevlerini eksiksiz yerine getirmeyi vazife edinmiş, yapmak istediklerini hayal dünyasında yaşamanın ötesine geçememiş, televizyon şovu bağımlısı ve annesine düşkün bir garibanken sistem eliyle zorla dönüştürülüyor. 

O halde dış görünüşünden ve ruhsal rahatsızlığından dolayı ucube olarak itilip kakılmayı yıllar boyu kabullenen Arthur’un canileşmesinde sistemin ve kendisini dışlayan Wayne Ailesi’nin hiç suçu yok diyerek kötüleşmesindeki tüm sorumluluğu onun üstüne yıkabilir miyiz? Ona sosyopat anarşist diyebilir miyiz? Kaldı ki ‘Joker’in kötülüğü ve öfkesi sadece sistemi savunan veya adaletsizliklere tepki göstermeyip ondan yana davrananlara karşı! İyileri kolluyor.

Diyeceğim o ki; Bir insanın zıvanadan çıkma sürecinde iyiliğin kötülüğe dönüşümünü gösterip gerçek kötülerin iyilik maskesi takarak sömürüye girişenler olduğunu dillendiren… Bu sömürüyü savunmak adına yaratılanları ‘süper kahraman’ saymamak gerektiğini ortaya koyup halkı ezici düzene karşı mücadelenin gerekliliğini simgeleyen ‘Joker’, karakter derinliğine sahip bir kahraman… Ve acıların dünyasına havadan bakıp iyilik rolünü üstlenen ‘Batman’a karşı tek basar her zaman. Alkışlarım ‘Joker’e, karakter felsefesine ve onu canlandıran Joaquin Phoenix’in nefis performansına.

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

*****

Önceki

7 Ekim 2019 Pazartesi Günün Sergileri

Sonraki

“Ölünce de Kırmızı Ruj Sürüyor musunuz?”

Yorum yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Popüler Yazılar