Çocuk aklının gücü ‘Kara Kule’yi yıkar!

Çocuk aklının gücü ‘Kara Kule’yi yıkar!

Anibal Güleroğlu Yazdı.

Çocuk aklının gücü ‘Kara Kule’yi yıkar!

‘Çocuk, dünyanın en büyük saadetidir’ demiş Dostoyevski… O öyle dese de çocukların saadetini engelleyenlerin varlığı, yeryüzündeki sömürüsü her daim sürmüş. Kötü niyetli büyükler, çocukları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan çekinmemişler çağlar boyu. Yani çocuk konusu çıkarcı duygularla sevgi dolu aklın, istismarla korumacılığın birlikte görüldüğü derin bir mevzuu! Hal böyle olunca da sinemadan televizyona, kurgulardan reklamlara farklı şekillerde çocukların varlığından faydalanılması kaçınılmaz.

Nitekim sadece dram veya komedilerde değil, fantastik öykülerde de çoğu zaman çocuklara dayalı gelişimler öne çıkmakta. Edebiyatın usta isimlerinden Stephen King’in roman serisinden uyarlanan ve çocuk aklının gücünü evrenin koruyucusunu yok edecek silah haline getiren ‘Kara Kule/Dark Tower’ filmi de bu türden bir çalışma…

‘KARA KULE’ MACERASI ‘SİLAHŞÖR’LE BAŞLIYOR

Kurgularda, serileri severim. Çünkü geçmişten gelen sözü geleceğe taşıma kapasitelerine sahiptirler ve devamına dair insanda merak uyandırarak ilgiyi diri tutarlar. Muhakkak ki her seri aynı oranda başarılı olamıyor. Ya da her serinin bölümleri hep yüksek performansla gelmiyor karşımıza. Ama yine de başlayıp biten öykülerin kısıtlı hayal dünyasına karşın daha geniş bir perspektiften bakıyorlar maceralara. Mesela ‘Harry Potter’ serisinin büyülerle bezeli dünyasının çekiciliğinin veya ‘Yüzüklerin Efendisi’ndeki Orta Dünya evreninin atmosferinde yakalanan çeşitliliğin sinemaya bir başka boyut kattığını kim inkâr edebilir? İşte Stephen King imzalı ‘Kara Kule’ roman serisi de kendi türünde bir eşik ve kült eser konumunda.

‘İyi, Kötü ve Çirkin’ filminin unutulmaz Vahşi Batı öyküsünden esintiler mi istersiniz yoksa bilim kurguyla tatlandırılmış, ‘Yüzüklerin Efendisi’nin Orta Dünya’sına öykünmeler mi? King’in 1982’de ‘Silahşör’le başlattığı ‘Kara Kule’ macerasından her telden tat vardı anlayacağınız. Kitaptan yıllar sonra epeyce badireler atlatarak beyazperdede yerini alan ‘Kara Kule’ filmi ise tüm bunların ötesinde kendine has bir yoruma sahip haliyle. Kitaplarla filmler tıpatıp aynı olamıyor ne de olsa. Ancak bu noktada yeni tarzın istenileni verme gücünün ne oranda olduğu hususu çıkıyor öne.

Şöyle ki; Kimi zaman sıkıcı hale gelen betimlemelerin(yağmur gibi) uzunluğunda ve içerik cılızlığında ortaya çıkmakla birlikte ‘Kara Kule’yi arayan Gileadlı Roland’a odaklanıp ilerleyen ve ‘Siyahlı adam çölde kaçıyordu, silahşor da peşindeydi’ repliğini efsaneleştirerek maceranın devamı hakkında akıllarda soru işareti bırakarak özelliğini ortaya koyan romandan daha zayıf bir yorum olduğu muhakkak. Öte yandan filme de haksızlık yapmamak lazım. Çünkü Nikolaj Arcel imzalı yapım gerçekte romanın birebir uyarlaması değil, serinin bitişinden sonraki süreç şeklinde… Dahası roman serisinden ayrıntılarla da harman yaratılmış filmde… Ki bu da romanın uzun betimlemelerini tek yerde toplayıp hareket katıyor girişe!

‘Evrenin merkezinde bir kule vardır, bizi karanlıktan korur. Derler ki, bir çocuğun aklı ancak onu yıkabilir’ sözüyle açılıp çocukların beyin gücünden faydalanarak evrende düzeni sağlayan Kara Kule’yi yıkma işlemini sergileyen başlangıca giden film, dünyanın büyük şehirlerinde gerçekleşen depremlerin ürküntüsünü ve üvey baba sıkıntısı yaşayan Jack isimli çocuğun Orta Dünya’da olan biteni kâbus gibi görmesini sağlayan akıl gücünü yansıtarak gelişmekte.

Kule’yi yıkmak isteyen Siyahlı Adam’ı ve Silahşör’ü uykusunda görerek çizen Jack’in kimseyi inandıramayıp kendi yolunu çizdiği macerada, ‘Çocukların anlattıklarına inanmak gerek’ mesajı da var, silahşör dahi olunsa intikam duygusunun pençesine düşülebileceği gerçeği de!

Tom Taylor’ın Jack rolünde mükemmel bir performans sergilediği ‘Kara Kule’, genel olarak sıkılmadan seyredilebilecek bir yapım. Ancak filmin, kitapla kıyaslandığı takdirde, ‘Neden, niçin’ sorularını akıllara düşürdüğü bir kurguya sahip olduğunu da vurgulamamız lazım. Stephen King’in yedi kitaptan oluşan serisinde detaylarıyla uzun uzun işlenen karakterlerin ‘Kara Kule’ filminde en kestirmeden verilmesi bu yapımın baş olumsuzluğu gibi duruyor. Roman serisini okumayan seyirci için her şeyin damdan düşer gibi algılanması kaçınılmaz. Kafayı ‘Kara Kule’yi yok edip evrenin koruma kalkanının dışında bekleşen kötü yaratıklara geçit verme hedefindeki Walter O’Dim isimli büyücünün ve büyük savaş sonrası yaşayan tek silahşör haline gelerek ümitsizleşen Roland’ın mazisinin, özetin de özeti şeklinde verilmesi bu açıdan hata olarak algılanabilir ilk etapta. Buna karşılık filmin devamının geleceğini ve romandaki detayların bu devam filmlerinde işlenip taşların yerine oturtulacağını düşünürsek, ‘Kara Kule’nin hak ettiğinin gerisinde kaldığı düşüncesi de gücünü yitiriyor sonuçta.

Yani Walter O’Dim ve insan kılığına giren çirkin yaratıklarının insanlığı kırıp geçirdiği savaşın şiddetini ve silahşörlerin yok olma evresinin heyecanını şu aşamada yeterince hissetmiş olamasak dahi ‘Kara Kule’yi takip edecek olan filmlerde eminim bunlardan kesitler verilip başlangıcın boşluğu doldurulacaktır. Kaldı ki, silahşörlüğe adım atan Jack ile Roland’ın birlikteliğinden kitap serisini aşan öyküler çıkartılması da muhtemel!

SONUÇTA; İdris Elba’yı Roland karakterine uygun bularak, evrenin geleceğinin siyahî ırkın elinde olduğu mesajını kısmen veren… Jack’in beyin gücüyle de çocukların kurtarıcılık kadar yok edicilik vasfına da dikkat çeken… Ölümden sonra, hiçliğin karanlığının dışında bir şey bulunmadığı saptamasıyla Cennet-Cehennem’e dair dini öğretilerle ters düşen… Günümüzdeki hastane uygulamalarıyla inceden dalgasını geçip ağrı kesicilere ve gazlı içeceklere övgüler dizen… Ve dahi üvey baba bencilliğine alet olarak çocuklarını harcayan anneleri taşlayıp güzel bir yüzün her kapıyı açacağı iğnelemesini araya sıkıştıran ‘Kara Kule’, kendi içinde değerlendirilmesi gereken bir başlangıç filmi!

Dolayısıyla Stephen King’in yıllara yayılı süreçte başka romanlarıyla ilişkilendirerek yarattığı ve ince detaylarla ele aldığı müthiş evreni 95 dakikaya sığdırarak seyirciyi fazla bunaltmadan Orta Dünya’ya yeni bir kapı açmaya niyetlenen bu uyarlamayı yetersiz görmek, filme yönelik yersiz bir yorum olacaktır.

Gerek teknik yönü ve yaşamla ölümün kesiştiği atmosferinin netliğiyle, gerek az ama öz oyunculuğu ve devamının nasıl geleceği hususuyla ‘Kara Kule’nin sıkılmadan izlenebilecek yapımlardan olduğu vurgusunu yaparak koyalım noktayı. İyi seyirler…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

*****

Önceki

Gülhan “Unutulmuş Notalar” Resim Sergisi

Sonraki

Tülay İlhan’ ın “Doğu, yolculuk”

Yorum yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Popüler Yazılar